Dünyayı değiştiren insanlar serimizin dördüncü bölümüne hoş geldiniz arkadaşlar. Bu bölümün konuğu doğal seçilim yoluyla evrim kuramının kurucusu Charles Darwin.

Neden doğal seçilim yoluyla evrim diyorum. Çünkü evrim, ilk defa Darwin’in ortaya attığı bir teori değildi. Darwin’den önce de birçok bilim insanı bu konu üzerine çalışmalar yapmıştı. Ancak ilk defa Darwin, evrimin doğal seçilim mekanizmasıyla gerçekleştiğini keşfetti. Buna dair doyurucu kanıtlar sundu. Ve biz bugün artık biliyoruz ki evrim kuramı tarım, tıp ve biyo-teknoloji de dahil olmak üzere biyoloji biliminin temelini oluşturuyor.

Bu videoda Darwin’in hayat hikâyesine derinlemesine bir bakış atarken onun bilimsel çalışmalarından da bahsedeceğim. Şimdi gelin “Doğal seçilimle evrim teorisi nasıl ortaya çıktı? Darwin neden ve nasıl böyle bir sonuca vardı? Teorisi yayımlandığında nasıl tepkilere maruz kaldı?” gibi soruların cevaplarına bakalım.

Ama ondan önce her zaman yaptığımız gibi Darwin’in de erken dönemlerine bir gidelim.

“En zeki veya en güçlüler değil, değişime en iyi şekilde adapte olabilenler hayatta kalır.” Charles Darwin

Erken Dönemleri

Ailesi

Darwinler seçkin bir aileydi. Mesela Charles’ın büyükbabası Erasmus Darwin, başarılı bir hekim ve doğa felsefesiyle büyülenmiş bir şairdi. Varlıklı hastaları sayesinde mali durumu oldukça iyiydi. Fakirlerden para almaz tedavi ettikten sonra onlara para ve yemek verirdi. Köleliğe karşı çıkar, dini özgürlüğü savunurdu. Yaşamın kökeni ve gelişimine dair doğal bir açıklama öneren “Zoonomia” adlı bir kitap bile yayımlamıştı.

Charles’ın babası, Robert Waring Darwin

Charles’ın büyükbabası gibi babası da doktordu. Hastaları tarafından çok güven duyulan kibar ve hümanist bir adamdı. Hastalığın seyrini belirleme ve tahminde bulunma konusunda sıra dışı bir yeteneği vardı. O da babası gibi geniş çapta saygı gören, sanayiciler ve yerel seçkinlerle sağlam bağları olan bir adamdı. Ayrıca yaklaşık 150 kilogram ağırlığında, dev bir adamdı. Charles, heybetli ve ürkütücü babasına karşı büyük bir saygı ve bir parça da korku duyuyordu.

Peki annesi?

Erasmus Darwin’in en varlıklı hastalarından biri olan aynı zamanda yakın arkadaşı Josiah Wedgwood’un kızı Susannah Wedgwood. Wedgwoodlar mutfak gereçleri üretimini sanayileştiren ünlü çömlekçilerdi.

Anlayacağınız Charles Darwin oldukça entelektüel, tanınmış bir ailenin içine doğacaktı. Hem dedesi hem de babası saygın insanlardı. Anne tarafından da donanımlıydı. Charles’ın doğduğu dönem boyunca birçok benzer üst sınıf evde olduğu gibi, Darwinler için de toplumsal yaşam; kitaplar, yazışmalar, edebiyat, siyaset konuşmaları ve komşularla yenen akşam yemekleri etrafında dönüyordu. Darwinlerin ve Wedgwoodların birbirlerine karşı büyük saygısı vardı. Her iki aile de kölelik karşıtı harekete katılmıştı.

Doğumu

Charles’ın çocukluğu

12 Şubat 1809’da bilim tarihini değiştirecek o adam dünyaya geldi arkadaşlar. Adını Charles Robert Darwin koydular. Altı çocuklu ailenin beşinci çocuğuydu. Üç ablası, bir abisi ve bir de küçük kız kardeşi vardı.

Charles’ın Shrewsbury’deki aile evi olan Mount’ta ayrıcalıklı ve mutlu bir çocukluğu oldu. Bunun tek istisnası, Charles’ın 8 yaşındayken annesini kaybetmesiydi. Üç ablasının anaç bağlılığı annesinin kaybını telafi etti ancak babası eşinin ölümünden sonra daha da despot ve baskıcı biri oldu. Charles bu babaerkil katılıktan kaçmak için sık sık dayısını ve kuzenlerini ziyaret ediyordu.

Diğer kardeşleri kendisinden çok büyük olduğu için Charles kendi kendine eğlenmeyi öğrenmişti. Doğayla iç içe bir evleri vardı. Evlerinin yakınında bulunan nehirde saatlerce balık tutuyordu. Ayrıca biriktirmeye meraklı bir çocuktu. Deniz kabukları, mektup imzaları, kuş yumurtaları, böcekler, mineraller gibi şeyleri istifleyip saklardı. Bunlar onun takdir kazanmak için topladığı hazineleriydi. Ablalarla dolu bir evde kendini fark ettirmek istiyordu.

İlköğrenim Hayatı

Eylül 1818’de Charles Darwin, abisi Eras’ın yanına Shrewsbury Okulu’na kaydoldu. Arkadaşlarının hatırladığı kadarıyla, hem davranışlarıyla hem de aklıyla yaşından büyük gösteriyordu. Okuldaki ezberci eğitim yöntemini sevmiyordu. Daha çok okuduğu kitaplardaki uzak yerlere yapılacak seyahatlerin hayalini kuruyor, tropik adalar ve Güney Amerika manzaralarıyla dolu gündüz düşlerine kapılıyordu.

Tatile gittiklerinde sahilde tek başına yürüyor, deniz kuşlarını seyrediyor, başka bir dünyaya dalıyordu. Yeni, değişik böcekler, güveler gibi hayvanları incelemek onu çok heyecanlandırırdı.

Darwinlerin maddi durumu oldukça iyiydi. Bir keresinde Charles ve abisi için bahçedeki sundurmada pahalı bir laboratuvar kurulmuştu. Daha da büyüyüp bir tüfek taşıyabilecek olgunluğa eriştiğindeyse av Charles’ın en büyük hobilerinden biri haline geldi. Dersleri de iyice salınca babası kızarak:

“Ateş etmekten, köpek ve fare yakalamaktan başka bir şeye aldırdığın yok. Kendin ve ailen için bir utanç kaynağı olacaksın” dedi.

1825 yılında babası Charles’ı okuldan aldı ve tıbbi uygulamalarında kendisine asistanlık etmesi için yanında gezdirmeye başladı. En güzeli kendi izinden gitmesi olacaktı. Charles babasıyla birlikte hastaların tıbbi geçmişlerini kaydediyor ve teşhis tahminleri yapıyordu. Böylece üniversiteye gidip abisi Eras’a katıldığında hazırlıklı olacaktı.

Üniversite Hayatı

Bir sonraki yıl babası Charles için Edinburgh Üniversitesi’nde karar kıldı. Bu bir aile geleneğiydi. Charles büyükbabası ve babasının ardından burada tıp öğrenimi görmüş üçüncü kuşak Darwin olacaktı. Edinburgh, İngiliz üniversitelerine göre daha iyi bir donanıma sahipti. Oxford ve Cambridge’ten daha iyi doktorlar çıkarıyordu.

Charles abisi Eras’la birlikte Edinburgh’a ilk gittiğinde büyülenmişti. Bu şehir karşısında hayranlığa kapılmamak mümkün değildi. Harika manzaraların ve ürkütücü bilimlerin kentiydi. Burada Erasmus Darwin’in torunlarının kurabileceği pek çok sosyal ilişki vardı. Abisiyle birlikte aile dostlarını ziyaret ediyor, profesörlerle aynı sofralara oturuyorlardı.

İlk başta ikisi de çalışkandı. Bolca kitap okuyorlardı. Para hiç sorun değildi. Babaları her zaman destek veriyordu. Fakat cerrahi insanın midesini alt üst ediyordu. Charles tıp öğreniminin ağırlığına ve sıkıcılığına henüz hazır değildi. O dönemde ameliyatlar anestezisiz yapılıyordu ve Charles için bu durum tam bir işkenceydi. Bir çocuğa yapılan son derece kötü bir ameliyat sırasında sonunda izleyemeyecek hale gelip odadan kaçmıştı. O görüntüler hayatı boyunca aklından çıkmayacaktı.

Kimya dersleri ise çok daha eğlenceliydi ve Darwin’in neredeyse en sevdiği ders olmuştu. Bunda öğretmeninin eğlenceli anlatımının etkisi büyüktü.

Kendisine başka eğlenceler de buluyordu. Güney Amerika’dan getirilmiş siyahi eski bir köle olan Edmondstone’dan hayvan doldurmanın inceliklerini öğreniyordu. Edmondstone da Tropikler’de geçirdiği günlerin hikayesine kulak verecek istekli bir dinleyici bulmuştu. Charles bir kölenin hayatını, Güney Amerika’daki yağmur ormanlarının bolluk ve bereketini ilk elden dinliyordu.

Darwin ilk yılı bittiğinde okuldan kaçarcasına ayrıldı. O yaz ilkokulundan bir arkadaşıyla Gal tepelerinde uzun ve çetin yürüyüşler yaptı. Kuşların alışkanlıklarını ve yaşam ortamlarını gözlemlemeye başladı. Gözlemlerini cep günlüğüne karalıyordu.

İkinci üniversite yılı geldiğinde ise babasının baskısıyla okumayı sürdürdü. Bir yandan da büyükbabası Erasmus’un başyapıtı olan Zoonomia’yı karıştırmaya başlamıştı. Kalıtsal hastalıklardan, zihinle beden bağlantısına ve hayatın daimi dönüşümüne kadar pek çok bilgiyi içeren bu kitabı hayranlıkla okudu. Ama yine de tıbba olan bakışı değişmedi.

Plinius Cemiyeti

Yeni yılda derslere olan ilgisi iyice kaybolan Darwin kendini öğrenci derneklerine attı. Geleceğin avukat ve doktorları bu canlı ve hararetli derneklerde güncel konuları tartışarak zekâlarını geliştiriyorlardı.

Darwin 1826’da Plinius Derneği’ne katıldığında derneğin çok demokratik bir oluşum olduğunu gördü. Radikal öğrenciler buraya dolmuştu. Ateşli, özgür düşünen demokratlardı. Dinin ve din adamlarının hayatın her yönünü yönetmesinden, siyasi koltukları tekellerinde tutmasından, hastaneleri, üniversiteleri, yargı mevkilerini düzenlemesinden, doğum, evlilik ve ölümle ilgili ayinleri belirlemesinden ve diğer grupları bastırmasından rahatsızlık duyuyorlardı. Bilimin doğaüstü güçlere değil fiziksel nedenlere dayanması gerektiğini savunuyorlardı.

Akıl Hocası Robert Edmond Grant’le Tanışması

Robert Edmond Grant

Darwin’in Edinburgh’taki bütün akıl hocaları arasında biri öne çıkıyordu arkadaşlar. 12 yıllık doktor olan Robert Edmond Grant, deniz hayatını incelemek uğruna tıp pratiğinden vazgeçmişti. Darwin fikirlerinden ve prensiplerinden vazgeçmeyen, uzlaşmaz bir evrimcinin kanatları altına giriyordu. Grant için hiçbir şey kutsal değildi. Ona göre hayatın evrimi ve kökeni, doğa yasalarına uyan fiziksel ve kimyasal kuvvetlerden kaynaklanıyordu.

Grant Avrupa hakkında derin bilgi sahibiydi. Çok gezmişti. Darwin yürüyüş arkadaşını bulmuştu. Sahil boyunca derin sohbetlere dalarak yürürlerdi. Bir yandan tecrübelerini ve öğrendiklerini genç öğrencisine anlatırken bir yandan da limana yanaşan tekneleri karşılayıp balıkları inceliyorlardı. 1827’nin kış ve bahar ayları boyunca bu dostluk iyice pekişti.

Birlikte geçirdikleri aylarda Darwin’in Grant’tan öğrendikleri, on yıl sonra teorisini inşa ederken benimseyeceği ilk yaklaşımı şekillendirecekti.

Grant’a göre bütün hayvanlar yapısal olarak birbiriyle ilişkiliydi ve bir zincir oluşturabilirlerdi. En altta yer alan varlıkları temel önemde kılan şey de buydu. Bunların dokuları, insandakilerin daha basit versiyonlarıydı. Bu canlılar, insan organlarının ilkel kökenlerini ve ilk işlevlerini ortaya koymak için kullanılabilirdi. Ünlü doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck’ın bunu destekleyen birçok açıklaması vardı.

Anlayacağınız Darwin, Edinburgh’taki ikinci yılında sert tartışmaların içine girip, kayaları gözlemleyen bir jeoloji gözlemcisi olup çıkmıştı arkadaşlar. Buraya tıp okumaya gelmişti ama mesleki olarak duracağı yer kesinlikle tıp olamazdı. Böylece Nisan 1827’de hiçbir derece almadan tıbbı terk etti.

Babasının Charles İçin Meslek Seçimi

Fakat babasının genç oğlu için bir b planı vardı. Kendisi dindar biri olmasa da açık hava sporlarına eğilimli amaçsız oğlu için en doğru seçeneğin rahiplik olduğuna karar verdi. Charles aile geleneklerinden doktorluğu takip etmeyecekse, rahipliği takip etmeliydi. Bu meslekte hem başarısızlık oranı çok az hem de ödüller oldukça boldu.

Bu eğitim ancak İngiltere Kilisesi’nin onayladığı bir İngiliz üniversitesinde gerçekleşebilirdi. Bu yüzden Charles rahip olması için eğitim almak üzere Cambridge Üniversitesi Christ’s College’a gönderilecekti.

Plan Charles’ın kafasına yattı. Bir köy papazı olursa kendi hobilerine bol miktarda vakit ayırabilir akıl hocası Grant’ın izinden giderek doğa tarihiyle ilgilenebilirdi. Ancak bir sorun vardı ki Cambridge’e gitmeden önce Yunanca ve Latince bilgisini tazelemesi gerekiyordu. Böylece babası özel bir öğretmen tuttu.

Christ’s College

Ve işte Cambrigte’ydi. Fakat Christ’s College’ta okurken bile Charles’ın tutkusu, böcek peşinde koşmak gibi şeylerdi. Kız arkadaşı Fanny’nin peşinde koşmak bile ikinci sırada geliyordu. Aslında o dönemde yeni böcek türleri keşfetme hevesi bütün öğrencileri sarmıştı. Charles da uçan kaçan böcekleri yakalamak için hiçbir masraftan kaçınmıyordu. Bu alanda rekabet ettiği insanlardan biri de kuzeni Fox’tu. Her ikisi de öğrenci takdirnamesini kazanmak hevesindeydi.

Bir gün Darwin ölü bir ağaçtan kabuk kopardığında, ender bulunan iki böcek türü yakaladı. Her birini bir elinde tutuyordu. Sonra birden üçüncü bir böcek gördü, o da yeni bir türdü, kaybedemeyeceği kadar iyi bir avdı. Bu yüzden sağ elindeki böceği ağzına koydu. Fakat maalesef bu bir bombardıman böceğiydi. Charles’ın boğazından aşağı zararlı bir kaynar sıvı fışkırtarak isminin hakkını verdi. Charles bir an sersemledi. Böceği tükürünce o kargaşada üçünü de kaybetti.

John Stevens Henslow

Diğer öğrenciler Cuma akşamları sızacak kadar içerken, Fox Darwin’i doğa tarihiyle ilgili samimi tartışmalar yapmak üzere botanik profesörü Peder John Stevens Henslow’un evine götürüyordu. Burada diğer hocaların da bulunduğu güzel, entelektüel sohbetler yapılıyordu. Dönem sonu geldiğinde Darwin, doğa tarihine hiç olmadığı kadar ateşli bir ilgi duymaya başlamıştı. Danışman hocası Henslow tam örnek alacağı insandı; din adamı bir doğa bilimci.

Charles’ı kapsamlı okumalar yapması konusunda cesaretlendiren adam da yine Henslow’du. Bu okumalardan biri de Alexander von Humboldt’un Güney Amerika hakkında yazdığı Personal Narrative adlı kitabıydı. Bu Charles’ı yolculuğa çıkmak konusunda esinlendirdi ve doğa tarihi çalışmalarına katkıda bulunmak yönünde bir arzuyla doldurdu.

1831 yılında Christ’s College’tan mezun olduğunda 22 yaşındaydı ve 178 kişilik sınıfta onuncu olmuştu.

Jeoloji Eğitimi

Darwin, üniversite eğitimi bittiğinde kariyer konusunda bir karar vermesi gerekiyordu arkadaşlar. Rahiplik fikrinden henüz vazgeçmiş değildi ama doğal eğilimi onu doğa bilimlerine yöneltti.

Danışman hocası da bunun farkındaydı ve Charles’ı North Wales’e yapılacak bir yaz eğitim gezisine götürmesi için jeoloji profesörü Adam Sedgwick’le tanıştırdı. Sedgwick genç asistanına teknik donanımın kullanımını, araştırmayı ve coğrafi betimleme yapmayı öğretecekti. Böylece Darwin 1831 yazında jeoloji dersleri aldı. Sedgwick’in yerinde verdiği derslerle gerçek jeolojiyi öğrendi. Kitapların asla aktaramayacağı beceriler kazandı. Henüz bilim insanı olmak, kitap yazmak gibi düşünceleri yoktu fakat şansı onu doğru yola sevk edecekti.

Darwin jeoloji eğitimini de tamamladıktan sonra evine döndü. Postadan Londra damgalı bir zarf gelmişti. Zarfı açtı ve Henslow’un mektubunu gördü. Sersemlemiş bir halde nefesi kesilerek okudu. Dünyayı dolaşabileceği bir seyahat teklifiydi. Havalara uçmuştu.

Bu yolculuk Darwin’e doğa bilimlerinin birçok dalını dikkatle incelemesi için büyük fırsat sağlayacaktı. Bu yolculuk dünyayı değiştirecekti…

HMS Beagle

Charles’ın Babasını İkna Etmesi

Şimdi geldik Darwin’in hayatını değiştiren o uzun gemi seyahatine arkadaşlar. Darwin bu yolculuk için büyük bir heves duysa da henüz tehlikelerin ve zorlukların farkında değildi. Daha çok genç ve tecrübesizdi. Sadece 22 yaşındaydı.

HMS Beagle’ın yapısı

HMS Beagle’ın asıl görevi ilk yolculuğunda başlayan Güney Amerika araştırmasını tamamlamaktı. İlk seferde kaptan intihar etmiş ve gemi FitzRoy komutasında geri dönmek zorunda kalmıştı. Adalar ve sahil şeritlerinin haritası çıkarılmalı, limanlar ve kanalların derinlik ölçümleri yapılmalıydı. Ayrıca gemideki 24 kronometreyle hassas boylam ölçümleri almak ve jeofiziksel ölçümler yapmak da geminin diğer görevleriydi.

Amiraller iki yıl sürecek Güney Amerika sahilleri araştırmasında Kaptan Robert FitzRoy’a eşlik edecek birini arıyorlardı. Henüz 26 yaşında olan FitzRoy, genç bir doğa bilimci yol arkadaşı istiyordu. Görülmemiş fırsatlarla karşılaşacaklardı. Gemi bilimsel araçlarla donatılmıştı.

Darwin, HMS Beagle’la dünyanın çevresinde bir araştırma gezisine katılması teklifinin yaşamda bir kez ele geçecek bir şans olduğunu fark etmişti. Kilise bekleyebilirdi. Gemi bir ay içinde denize açılacaktı. Tek yapması gereken babasını ikna etmekti.

Fakat bir sorun vardı. 242 ton ağırlığında ve yalnızca 27,5 metre uzunluğunda olan bu tip gemiler hırçın denizlerde batma eğilimleri nedeniyle denizcilikte “tabut” lakabını almıştı. Bu çok tehlikeli bir yolculuktu.

Babası insafsız bir patlamayla oğlunun seyahate çıkmasını reddetti. Seyahati yararsız ve tehlikeli görüyordu. Ayrıca Charles’ı bozup onu kiliseye uygun olmaktan çıkaracaktı. Üç ablası da babasıyla aynı fikirdeydi. Babası ancak sağduyu sahibi, güvendiği birisi onu ikna edebilirse buna izin verebilirdi.

Böyle biri vardı. Charles’ın Jos Dayı’sı. Jos Dayı bir dünya seyahatinin çok tehlikeli ve pahalı olduğunu biliyordu. Fakat Charles’ın karakterinin şekillenmesi ve olgunlaşması için güzel bir fırsattı. Kayınbiraderini ikna etti. Charles havalara uçtu. Artık Amirallik’e ve gemi kaptanı FitzRoy’a emanetti.

Frenolog FitzRoy’la Tanışması

Gemi kaptanı Robert FitzRoy

Tam her şey yoluna girmişti derken bir sorun daha çıktı arkadaşlar. Charles yaklaşık 1.82 boyunda, ince, çevik, güçlü ve yorulmak bilmez bir genç adamdı. Herhangi bir fiziksel problemi yoktu. Fakat o zamanlar frenoloji denen sözde bilim çok popülerdi. Bu sözde bilim dalına göre insanların kafa şekilleri onların karakteri ve yetkinlikleri hakkında bilgi veriyordu. İlk tanışmalarında FitzRoy, Darwin’i burnunun şekli yüzünden neredeyse geri çevirecekti. FitzRoy bir frenologtu ve Darwin’in burnunun, onu uzun bir deniz yolculuğunun zorlukları karşısında zayıf kılacağını düşünüyordu. Ama Darwin “burnum yalan söylüyor” diyerek onu ikna etti.

FitzRoy Charles’a seyahatin 2 yıldan fazla sürebileceğini, sıkışık bir kamarada yaşayacağını, yemeklerin sade olacağını ve masrafların yüklü olacağını söyledi. Ayrıca deniz tutması olabileceğini ve aylar boyunca beraber kapalı kalacaklarını, bu yüzden iyi anlaşmaları gerektiğini ifade etti. Kaptanların gemi mürettebatıyla haşır neşir olması yasaktı. Dolayısıyla Charles kaptanın gemideki tek yakın arkadaşı olacaktı.

Son Hazırlıklar

Darwin şartları kabul etti. İkisi de bir takım harcamalar yaptılar. Kitaplar, barometreler, ateşli silahlar, teleskop, kimyasal ve koruyucularla dolu numune kavanozları, kesim aletleri, mikroskop gibi şeyler alındı.

Jeolojinin Temel İlkeleri. Jeolojinin babası olarak anılan Charles Lyell tarafından yazılmıştır

Artık son hazırlıklar yapılıyordu. Charles hocası Henslow’a gezi boyunca göndereceği koleksiyonlarını ve numunelerini saklamasını rica etti. Henslow kabul etti ve ona yeni bir kitap daha tavsiye etti. Bu Charles Lyell’ın Jeolojinin Temel İlkeleri kitabıydı.

Yolculuğa çıkmaya az bir süre kala, bir denizci gemi güvertesinden denize düşerek öldü. Darwin, “Böyle bir şey limanda bile olabiliyorsa 3-4 yıl boyunca sürecek bir deniz yolculuğunda hayatta kalma şansım ne acaba?” diye düşünmeye başlamıştı. Hafiften de korkmuştu. Ama korkularını bastırdı ve ailesine yazdığı mektuplarda cesur bir hava takındı. Babası korktuğunu anlarsa seyahati iptal olurdu. Ne olursa olsun gitmeye kararlıydı.

Beagle tam tarih yazacak yolculuğuna yelken açacaktı ki fırtına yüzünden iki kez limana dönmek zorunda kaldı. Ve nihayet 27 Aralık 1831 günü, gemideki 73 kişi, doğudan esen hafif bir esintiyle yıkanmış billur gibi bir gökyüzüne uyandı. FitzRoy emri verdi.

Dünya tarihini değiştirecek yolculuk Plymouth’tan başlamıştı…

Keşif Gezisinin İlk Günleri

HMS Beagle’ın rotası

Yolculuğun ilk günlerinde Darwin sürekli mide bulantısı ve kusmalarla uğraşmak zorunda kaldı arkadaşlar. Deniz tutmuştu ve bir şey yiyemiyordu. Çok halsizdi. FitzRoy da mürettebata Noel’de işlenen suçların cezalarını dağıtıyordu. Charles kırbaç cezalarıyla sağlanan bu adalet sisteminden hiç memnun kalmamıştı.

Yolculuk devam ederken, bir yandan Lyell’ın Jeolojinin Temel İlkeleri kitabını okuyor bir yandan da pupa güvertesinden aşağı ağ sallandırıyordu. Biçimleri ve zengin renkleriyle son derece zarif bir sürü minik canlı yakalamıştı.

İlk Demir Atılan Yer: Yeşil Burun Adaları

İlk demirledikleri yer Yeşil Burun Adaları oldu. Bu Batı Afrika açıklarındaki takımada Darwin’in hayatında gördüğü ilk tropik bitki örtüsüydü. Hayretten donakaldı. Haftalar sonra karada geçireceği günlerin tadını çıkarabilecekti. Sahilden parlak renkli süngerler ve zarif tropik mercanlar topladı. Onu en fazla büyüleyen de volkanik araziydi.

Darwin bu adada tuhaf bir şey fark etti. Deniz seviyesinin yaklaşık 9 metre üstünde, kayaların arasından geçen yatay beyaz bir şerit.

Ama bu nasıl mümkün olabilirdi?

Jeolojinin Temel İlkeleri imdadına yetişti. Lyell kitabında o zamana kadar kabul görenin aksine sürekli ve yavaş yavaş değişen bir dünya tablosu çizmişti. Yerkabuğunun hareketleri birbirini dengeliyordu. Kara bir bölgede yükselirken bir diğerinde alçalıyordu.

Eşek Şakası

8 Şubat’ta Yeşil Burun Adaları’ndan ayrıldılar. Gemide 32 kişi ekvator çizgisini hiç geçmemişti. Darwin de bunlardan biriydi. Ekvator çizgisine geldiklerinde önce Darwin’i yaka paça yakalayıp gözlerini bağladılar. Bir kalasın üstüne çıkardılar ve sonra da suyla doldurulmuş bir yelkenin içine fırlattılar. Sürükleye sürükleye sudan çıkardıktan sonra da yüzünü ve ağzını zift ve boyaya buladılar.

Yeterince tatsız olsa da bu hafif olan muameleydi. Diğerleri daha kötüsüne maruz kaldı. Bu, çizgiyi ilk defa geçen herkese yapılan bir tür eşek şakasıydı.

17 Şubat’ta Darwin gözlerini açtığında artık güney yarımküredeydiler. Buralarda sıcaklık eziciydi. Gece gökyüzündeki yıldızlarsa pırıl pırıl bir şölen sunuyordu. Darwin’in içini sevdiklerine karşı bir özlem duygusu kaplamıştı…

Güney Amerika’ya İlk Varış

28 Şubat 1832’de FitzRoy komutasındaki HMS Beagle Salvador’a vardı. Darwin Güney Amerika kıtasına ilk kez burada ayak basıyordu arkadaşlar. Uzun bir süre boyunca kıtayı baştan aşağı dolaşacaklardı. Yağmur mevsimiydi, ormanı görmek için bundan daha iyi bir zaman olamazdı. Gerçek tabiat karşısında Humboldt’un kitabında okuduğu muhteşem betimlemeler bile zayıf kalıyordu. Hayrete kapılmış vaziyette saatlerce dolandı. Sanki geçmiş çağlardaydı. İnsanların yokluğu ve doğa sesleri onu büyülemişti.

Köle Hakları Kavgası

Fakat şehrin içine gidince durum değişti. Şehirde karnaval zamanıydı. Burada her şeyi siyah insanlar taşıyordu. Sefalet içinde yoğun çalıştırılıyorlardı. Tekerlekli araba yoktu. FitzRoy’a göre bu, zencilerin kaderiydi. Ayrıca ona göre Brezilyalılar kölelerine iyi davranıyordu.

Darwin’de ise durum farklıydı. Kölelik bütün ailesinin karşı çıktığı bir kurumdu. Bu eziyetin tek çözümünün köleleri özgür bırakmak olduğunu öne sürdü. FitzRoy köpürdü. Bir sahibin kölelerine mutsuz olup olmadıklarını, serbest kalmak isteyip istemediklerini sorduğunu duymuştu. Köleler mutlu olduklarını söylemişlerdi. Bu isteğe saygı duyulmalıydı.

Darwin, bir kölenin efendisinin huzurunda vereceği cevabın gerçeği yansıtmadığını söyleyince FitzRoy patlayıp “artık bir arada yaşayamayız” dedi. Fakat birkaç saat sonra sinirleri yatışınca özür diledi. Sonrasında uzun bir dönem bu kadar dar alanda yaşamalarına rağmen karşılıklı saygıyı korudular.

Güney Amerika Kıtası Gezileri

HMS Beagle, kıta boyunca farklı farklı noktalarda demirliyor gittiği her yerde Darwin yoğun çalışıyordu. Bir sürü çiçek, sayılamayacak kadar çok böcek, onlarca canlı numune ve fosil topladı. Çizimler yaptı. Evrimle ilgili ilk ipuçlarını ona bu fosiller verdi. Güney Amerika’da at kiralayarak, Beagle’la belirli bir yer ve zamanda buluşmak üzere ayarlamalar yapıp karanın içlerine gidiyordu. Deneyimli bir avcı olduğu için de geminin mutfağı için taze etle dönüyordu.

Bir adada gezintisi 4 ay sürdü. Çobanlarla at sürdü, İspanyol eşkıyalarla kamp yaptı, devrimlerin ortasına düştü, askerler, yerliler ve havada uçuşan mermilerle baş etmek zorunda kaldı. Brezilya’nın yağmur ormanlarında, Arjantin’in kurak çöllerinde, Şili sahili boyunca ve Ant Dağları’nın tepelerinde yaşadığı olağanüstü deneyimler yaşamının geri kalanını ve bilim tarihini biçimlendirecekti.

Darwin, yolculuğu boyunca ziyaret ettiği yerlerin jeolojisiyle ilgili bir kitap yazabileceği düşüncesinden büyük bir haz duymaya başlamıştı. Humboldt’un açıklamaları ona esin kaynağı olmuş ve yanında taşıdığı Jeolojinin Temel İlkeleri kitabı da onu son derece kamçılamıştı. Ayrıca bu kitap ona çok yardımcı oluyordu. Zaten ilerleyen yıllarda Lyell’la yakın arkadaş olacaklardı.

5 yıllık yolculuk boyunca Darwin gözlemlerini seyir defterine kaydetti. Eve, ailesine ve Profesör Henslow da içlerinde olmak üzere, arkadaşlarına birçok mektup yolladı, mektup aldı. Devasa bir numune koleksiyonu yapmıştı. Ona işlerinde yardımcı olan bir de asistanı vardı. Covington, deri yüzmek, temizlemek, sınıflandırma ve paketleme gibi işlerde Darwin’e yardımcı oluyordu.

Güney Amerika’daki hayvanların özelliklerini inceleyen Darwin, erkeklerin dişileri etkilemek için yaptığı hileleri de inceliyordu. Bu daha sonra ona cinsel seçilim fikrini aşılayan olay oldu.

Ayrıca küçük bireysel farklılıkları ve bunların organizmanın yaşamındaki önemini fark etti. Başka bir doğa bilimci için bu farklılıklar dikkate değer değildi ancak Darwin bir bakıma türlerin kökenine dair ipucunun bunlarda olduğunu hissetti.

Artık biz bugün biliyoruz ki arkadaşlar, organizma için yararlı olan en önemsiz ayrıntı bile sonsuz değişimin başlangıcı ve kaynağı olabilir. Doğal seçilim tam da bu göze çarpmayan farklılıklarla ilgileniyor. Faydalı olanlar varlığını sürdürüyor ve birikiyor, zararlı olanlarsa organizmaların ölümüne ve türlerin yok olmasına neden oluyor.

Soyu Tükenmiş Hayvanların Fosilleri

Toxodon

Darwin Güney Amerika’da, geviş getirenlerin, kalın derililerin ve deniz memelilerinin özelliklerinin birleştiği nesli tükenmiş hayvanlarla da ilgilendi. Mesela “toxodon” gibi soyu tükenmiş memeliler bu canlıların hepsinden özellikler taşıyordu.

Eylül 1832’de buldukları bir fosil de Darwin’in hayatındaki önemli olaylardan biri olacaktı. Beagle’dan 16 kilometre uzakta Punta Alta körfezini incelerken alçak bir yarın kayalıklarında bazı kemikler ve kabuklar fark ettiler. Kazmalar kullanarak iri bir çene kemiğini de içeren, devasa fosil kemikler buldular. Bu dişi dev, bir “Megatherium” iskeletiydi. Darwin’in en heyecan verici keşiflerinden biriydi çünkü bu soyu tükenmiş olan hayvan, tembel hayvanlarla inanılmaz benzerlikler gösteriyordu. Bunun bir tesadüf olamayacağını iki türün birbiriyle bağlantılı olduğunu düşündü.

Ayrıca bir hayvanın soyunun tükenmiş olması da o zamanlar için devrimsel bir fikirdi. FitzRoy bu duruma “Nuh’un gemisinin kapısı çok küçük yapılmış herhalde bu hayvan ondan yitip gitmiş” diyerek açıklama getirdi.

Kıtanın Güneyi Ucu: Tierra del Fuego ve Vahşi İnsanlar

Darwin heyecan verici keşiflerini kaydetmeye devam ederken Beagle da kıtanın en güneyine varmıştı. Charles burada Fuegolu ilkel insanları gördüğünde kafasında zor sorular belirmeye başladı. Bu sefil insanlar da neydi? Yaratılıştan beri burada bu halde mi yaşamışlardı? Eğer öyle değilse kuzeydeki güzel bölgeleri, tropikleri bırakıp neden dünyanın en elverişsiz topraklarına gelmişlerdi. Neden çıplak kalmışlardı?

Tierra del Fuegolu insanları tasvir eden bir resim

Bir keresinde bedeninden yağmur damlaları damlayan tamamen çıplak hamile bir kadın görmüştü. Neden kırmızı derileri kirli ve yağlı, saçları karman çorman, sesleri uyumsuz, hareketleri şiddet dolu ve onurdan yoksundu?

Lyell, Jeolojinin Temel İlkeleri kitabında Lamarck’ın insanın atasını hayvanlara götürmesinin insanı aşağılayan bir durum olduğundan bahsediyordu. Peki ama burada, hayvanlarla aynı durumda olan yerlilere ne demeliydi? Islak zeminde hayvanlar gibi büzüşerek üstlerini örtmeden uyuyan, adeta hayatta kalma savaşı veren insanların haysiyeti neredeydi?

Anlaşılan durum farklıydı. Doğa, alışkanlıkları her şeye üstün kılarak tuhaf bir şekilde Fuegoluyu ülkesinin soğuk iklimine ve kıt besinlerine uygun hale getirmiş gibiydi.

Güzel Haberler

Darwin bir yandan bu zor sorulara kafa patlatırken bir yandan da İngiltere’den güzel haberler alıyordu. Henslow, koleksiyonlarının sağ salim yerine ulaştığını yazmıştı. Bitkiler memnuniyetle karşılanmış, Megatherium fosilleri de inanılmaz bir takdir kazanmıştı. Daha önce hiç görülmemiş özellikleri ortaya koyuyorlardı. Darwin adı herkesin dilindeydi.

Bu haber Charles’ı fazlasıyla neşelendirdi. Son iki yılda hiçbir şey onu bu kadar canlandırmamıştı. Vaktinin boşa gitmediğini, bütün o at sürmelerin, çekiç sallamaların ve hazırladığı sandıkların yaptığı işe değdiğini fark etti. Kendisiyle gurur duydu. Saygı duyduğu insanların onayını kazanmıştı…

Jeolojik Bulgular

Darwin bu gezi boyunca jeoloji alanında çok önemli keşifler yaptı arkadaşlar. Mesela Güney Patagonya’daki Santa Cruz nehir vadisinde şunu fark etti:

Vadi 100 metreyi aşkın duvarlarla çevrelenmişti. Bunlar her iki tarafta da mükemmel yataylıkta düzlüklere çıkıyordu. Buradaki deniz kabukları ve çakıllar bu platoların bir zamanlar sular altında olduğunu gösteriyordu. Darwin bunlardan birini FitzRoy’la incelediği sırada, varsayımını tartışacak cesareti buldu. Bu teras ve aslında bütün And Dağları, okyanusun tabanından yavaş yavaş yükselmişti.

FitzRoy, yerkabuğunun oluşumunun kutsal kitaplardaki yorumuyla yetiştirilmişti. Denizin birkaç bin yıl önce Nuh Tufanı sırasında yükseldiğini, Güney Amerika kıtasını sular altında bıraktığını, geri çekilirken ardında teraslar ve vadiler oluşturduğunu, bunların o zaman da şimdikine çok benzer göründüğünü öğrenmişti. Fakat bu kutsal kitap jeolojisi Darwin’in anlattıklarına tersti. Bu yükselmiş düzlüklerin 40 gün süren bir tufanla şekillenmesi imkansızdı.

Darwin And Dağları’nın oluşumu hakkında dörder sayfalık bloklar halinde 600 sayfa not aldı. Kıtanın batı sahiline gittiğinde de arazinin aynı şekilde okyanustan yükseldiğini fark etti. Deniz seviyesinden 115 metre yüksekte yeni bir deniz kabuklusu yatağıyla karşılaşmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi bütün bu gözlemlerini ve notlarını destekleyecek bir olay yaşanacaktı.

20 Şubat 1835’te saat sabah 10.00 sularında birden deprem başladı ve aniden şiddetlendi. 2 dakika süren şiddetli deprem Darwin’in haftalarca felsefi olarak sersemlemiş bir halde dolaşmasına neden oldu. Sonra gelgit seviyesinin üzerinde taze midye yatakları buldu. Bütün midyeler ölüydü. Kara yükselmişti hem de bir metreden fazla! Onca zamandır kendi kendine tartıştığı savı adeta kanıtlanmış gibiydi. Bu durum dağların tek bir devasa yükselmeyle yukarı fırlamadığını gösteren son kanıttı. Lyell haklıydı. Dağlar zar zor fark edilecek şekilde yükseliyordu. Çok uzun bir süre içinde gerçekleşen binlerce küçük yükselmenin ürünleriydi. Zaman her şeyin anahtarıydı. Depremler ve volkanlar doğanın muazzam kuvvetini, itici gücünü ortaya koyuyordu.

And Dağları’na tırmandığındaysa savını bir kez daha doğruladı. 4290 metre yüksekte ıssız çorak topraklarda bile kayaların arasında fosilleşmiş deniz kabukları buldu. Artık bir şeyden emindi. Doğada hiçbir şey birden ortaya çıkmıyordu. Her şey yavaş yavaş değişiyordu…

Ciddi Bir Hastalığa Yakalanması

Arjantin ve And Dağları’na yaptığı keşif gezileri sırasında Darwin ciddi anlamda hasta düştü arkadaşlar. Chagas adında bir hastalığa yakalanmıştı. Kalp kasına ve bağırsaklardaki sinirlere saldıran bu hastalık bugün bile her yıl 45 bin kişinin ölümüne yol açıyor.

Darwin hayatı boyunca hastalıklarla mücadele etti. Chagas hastalığı da onun hayatı boyunca süren rahatsızlığı içi önerilen açıklamalardan biri. Ancak tüm tıp araştırmacıları bu konuda hem fikir değiller. Bir kısmı fikirlerinin yarattığı stresin fiziksel sorunlarına kaynaklık ettiğini düşünüyor.

Bu küçük bilgiyi de verdiğimize göre seyahate devam edebiliriz.

Galapagos Adaları

Güney Amerika’nın batı kıyısından ayrıldıktan sonra Beagle 1000 km batıya, dev kaplumbağalarıyla ünlü Galapagos adalarına gitti. Burada beş hafta kaldı ve Darwin 16 ana adanın 4’ünü ziyaret etti.

Bu izole adalar, koca bir sürüngenler ailesinin cennetiydi. Kuşlarsa insanları tanımıyorlardı. Darwin bir şahine yaklaştı ve onu tüfeğinin namlusuyla dürtükledi. Hiç umurunda olmadı. Burası başka bir gezegen gibiydi. Yalıtılmıştı.

Darwin burada çeşitli adalardaki alaycı kuşlar arasındaki farkları kaydetti. İspinozlar arasında da adadan adaya farklılıklar vardı. Ama bunu oradayken fark edemedi. Deniz ve kara iguanaları da dahil olmak üzere topladığı numuneler, eve dönüşünden 18 ay sonra Darwin’e evrim hakkında güçlü iç görüler sağlayacaktı.

Darwin’i Galapagos Adaları’nda tasvir eden bir resim

Okyanus adalarının faunası, evrimin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Örneğin Galapagos’un faunası Güney Amerika’dakiyle benzerlik gösteriyordu. Aynı familyalar, aynı cinsler vardı ancak türler farklıydı. Milyonlarca yıl önce anakaradan ayrılan adalar yeni koşullar altında değişen fakat aslında Amerika’ya özgü türlerle doluydu.

Galapagos’tan sonra HMS Beagle önce Tahiti’ye oradan da Yeni Zelanda ve Avustralya’ya doğru yola koyuldu. Darwin zamanını yazarak geçiriyordu. Mercanlarla ilgili teorisini bu arada tamamladı. Güney Amerika’nın yükselişini Pasifik’in çökmesiyle dengelemişti. Mercan adaları, gömülmekte olan okyanus tabanının kaybolmakta olan zirvelerini işaret ediyordu.

Avustralya

Ornitorenk

Avustralya’ya vardıklarında buradaki fauna Darwin’i yine çok şaşırtan durumlardan biri oldu. Keseli hayvanlar ve perdeli ayakları olan ördek gagalı ornitorenkler inanılmazdı. Darwin 27.doğum gününü de pullu sürüngenler ve yılanlar yakalayarak geçirdi. Birçok yassı solucan buldu. 119’un üstünde de böcek türü.

Cocos Adaları

1 Nisan 1836’da gemi Hint Okyanusu’ndaki Cocos Adaları’na ulaştı. Bunlar gerçek mercan adalarıydı. Darwin burada mercanların tonlarına ve lekelerine, pırıltılı renk cümbüşlerine duyduğu hayranlıkla mest olmuştu. Mikroskobun altında bu canlı mercanlar daha da ilginçleşiyordu. Ne kadar bakarsa baksın ayrı bir polip hayvanı göremiyordu. Yüzeyin tamamına yayılmış etsi bir madde kitlesinden oluşmuş gibi görünüyorlardı. Artık en aşağı hayvanlar ve bitkilerin genetik olarak bu ilkel düzeyde birbiriyle buluştuğuna ikna olmuştu.

Dönüp dolaşıp Lamarkçı hocası Grant’ın on yıl önce vardığı noktaya gelmişti. Bitki ve hayvan alemlerinin ortak bir başlangıç noktası vardı.

Cape Town

Cocos’tan sonra Mauritius Adası’na oradan da Cape Town’a geçtiler.

Cape Town’da evden gelen haberler onun bilimsel kararlılığını daha da güçlendirdi. Kardeşinin yazdığı bir mektup adının İngiltere’de doğa bilimcilerin dilinde dolaştığını haber veriyordu. Henslow Charles’tan habersiz, onun Güney Amerika jeolojisi hakkında yazdığı teknik mektuplardan on tanesini düzenlemiş ve özel dağıtım için bir broşür haline getirip bastırmıştı. 6 aydır herkes bunlardan büyük keyif alıyordu.

Babası oğlundan çok memnundu. Henslow aileye Charles hakkında övgüler düzmüştü.

Gezinin Sonları

Cape Town’dan sonra artık HMS Beagle yavaş yavaş dönüş yoluna koyuldu arkadaşlar. Darwin denizde geçirdiği son haftada, geçen beş yılın acılarını ve hazlarını düşünüyordu. Başkalarına da böyle tehlikeli bir seyahate çıkmaları tavsiyesinde bulunabilir miydi? Evet, ama zooloji ya da jeoloji gibi bir eğilimleri varsa. Aksi takdirde çekilen acılar, duyulan hazzı bastıracaktı.

Darwin yolculuğu boyunca 770 sayfalık bir günlük tutmuştu. Eksiksiz bir kayıt. Postayla yollanan kısımlarını herkes çok beğenmişti.

Daha fazlası da vardı. Jeoloji notları 1383 sayfa ve zooloji notları 368 sayfa. Ayrıca yeni türler de yanındaydı. Sandıklar dolusu kemik ve kuş, kaya ve mercan da evde onu bekliyordu. Hasat muazzam olmuştu. Alkolde bekletilen 1529 tür bulunuyordu 3907 adet de etiketlenmiş deri, kemik ve başka kurutulmuş numuneler vardı. Kısacası İngiltere’de Darwin’i bir yığın iş bekliyordu. Yapacak çok ama çok işi vardı.

Hocaları da Darwin’in dönüşünü iple çekiyorlardı. Onun için dünyadaki en iyi şeyin bu keşif gezisine çıkması olduğunu söylüyorlardı. Ünü iyiden iyiye yayılmıştı. Artık Avrupalı doğa bilimciler arasında büyük bir isim olacaktı.

Ve nihayet Beagle 4 yıl 9 ay ve 5 gün sonra 2 Ekim 1836’da İngiltere, Falmouth’da karaya çıktığında aslında her şey daha yeni başlıyordu…

Gemi Yolculuğu Bittikten Sonra Neler Oldu?

Karaya çıktıktan sonra Darwin doğruca evine gitti. Babası ve kardeşleri onu karşıladılar. On gün sonra, Cambridge’e Profesör Henslow’un yanına döndü. Artık hayatta yeni bir yönelimi olan, kendine güvenen bir genç adamdı. Bilimsel topluluğun ve en önemlisi babasının onayını kazanmış olarak papaz olmak da istemiyordu.

Jeolojinin babası kabul edilen Charles Lyell

İngiltere’ye varışından 15 gün sonra Londra’ya taşındığında Megatherium fosilinin İngiliz Bilimsel Gelişim Derneği 1833 toplantısında sunulduğunu ve büyük bir heyecan uyandırdığını öğrenerek hayrete düştü. Kendisine Londra’nın en dikkat çekici bilim insanları eşlik etti ve Jeoloji Topluluğu başkanı olan Charles Lyell’la tanıştırıldı. Ardından Lyell, Darwin’i ünlü karşılaştırmalı anatomi uzmanı Richard Owen’la tanıştırdı. Böylece Fen Edebiyat Kulübü’ne seçildi. 4 Ocak 1837’de, Şili kıyısının yükselmesiyle ilgili, Jeoloji Topluluğu’na yaptığı sunum büyük bir etki yarattı.

Kısacası Darwin, gemi yolculuğuna avcı ve koleksiyoncu olarak çıkmış bir doğa bilimci-filozof olarak dönmüştü arkadaşlar. Elbette bu dönüşüm yıllarını almıştı.

Darwin’in İlk Kitabı

Darwin dönüşünden kısa bir süre sonra gemi yolculuğu boyunca topladığı numuneleri ve tuttuğu günlükleri temel alan bir kitap üzerinde çalışmaya başladı. Bu kitap önce üç ciltlik bir anlatı olarak FitzRoy’un editörlüğünde yayımlandı. Darwin’in ilk kitabıydı ve biz bugün bu kitabı “The Voyage of the Beagle” olarak biliyoruz.

1837 Temmuz’unda Darwin, henüz doğal seçilim kavramı üzerinde düşünmemiş olsa da türlerin dönüşümü hakkındaki fikirlerini gizlice kaydetmeye başladı. Evrim sözcüğü henüz bizim bugün kullandığımız anlamıyla kullanılmıyordu.

Dört dönüşüm defteri tamamlamıştı. Defter B’de tüm hayvanların ortak soyunu göstermek için düzensiz dallanan bir ağaç çizdi. Bu evrim ağacının ilk temsilinin ünlü taslağıydı.

Defter B’de bulunan evrim ağacının ilk taslağı

Evlenmeye Karar Vermesi ve Emma

Darwin için sıkıntılı dönemler başlamıştı. Bu yüzden kirli ve kalabalık Londra’dan kaçmak, daha sessiz bir kır hayatı yaşamak istiyordu. Düşünceleri aynı zamanda evliliğe yönelmişti. Akılcı doğasına uygun olarak, evliliğin avantajlarını ve dezavantajlarını listeledi. Avantajlar ağır bastı.

Emma Wedgwood (Darwin)

Jos Dayı’nın dokuzuncu ve son çocuğu olan Emma Wedgwood, Charles’ın kuzeni ve çocukluktan beri arkadaşıydı. Fransızca, İtalyanca ve Almanca bilen eğitimli ve nüktedan bir kadındı. Düzenli olarak piyano çalıyordu.

Emma, Charles’ın bir eşten beklediği bütün niteliklere sahipti ve her iki aile de durumu memnuniyetle karşıladı. 24 Ocak 1839’da Charles Londra Kraliyet Derneği’ne seçildi. 29 Ocak’ta ise Emma’yla evlendiler. İki aile de varlıklı olduğu için maddi durumları oldukça iyiydi. Emma yaşamını Charles’a, onun bitmeyen hastalığının ve çalışmalarının gereksinimlerine adayacak, başlardaki arkadaşlıkları zamanla derin ve karşılıklı bir bağlılığa dönüşecekti.

Evlendikten bir süre sonra Emma kocası hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu:

“Gördüğüm en açık ve şeffaf adam, her sözcüğü gerçek düşüncelerini anlatıyor. Babası ve kız kardeşlerine karşı son derece sevecen, kibar ve çok iyi huylu biri”

Charles ise karısı hakkında şöyle diyecekti:

“En büyük hazinem. Talihime şaşıyorum, her ahlaki özellikte benden çok daha üstün olan Emma eşim olmayı kabul etti.”

Emma, Üniteryen gelenekte yetişmiş son derece dindar biriydi arkadaşlar ve Darwin’in fikirleri onun inançları için zorlayıcıydı. Yine de Charles’a hep yardım etti. 27 Aralık 1839’da ilk çocukları William Erasmus doğdu. Toplamda 10 çocukları oldu ve 2’si küçükken yaşamını yitirdi. Bütün çocukları babalarından büyük sevgi gördü ve Emma durumdan çok memnundu. Bu soğuk Viktoryen baba imgesinden farklı bir özellikti.

1842 Eylül’ünde Darwin babasının da yardımıyla Londra’nın 25 km güneyinde bir köyden mülk aldı. Down House 15 dönüm üzerine inşa edilmiş kare biçimli Georgian bir binaydı. Buraya aile fertlerinin ve hizmetlilerin sayısı arttıkça odalar eklediler.

Darwinlerin artık yaşayacağı yer burasıydı. Charles bu dönemlerde yurttaşlık işlerinde etkin görev aldı; onursal yargıç oldu ve davalara baktı. Emma ise Pazar Okulu’nu yönetti ve köy çocuklarına okuma öğretti. Köyün fakir ailelerine yemek ve ilaç götürüyordu.

Darwin’in Günlük Yaşamı

Gelin size biraz da Darwin’in günlük yaşamından bahsedeyim.

Charles oldukça erken kalkar ve kahvaltıdan önce yürüyüşe çıkardı. Saat yaklaşık 8.00’de başlayıp bir buçuk saat boyunca çalışır sonra ara verir ve tekrar çalışmaya dönerdi. Her gün mutlaka yürüyüş yapardı. Ona genellikle köpeği eşlik ederdi. Günün ana öğünü öğle yemeğiydi ve saat 1.00 gibi sofraya oturulurdu. Saat üçe kadar Emma’nın roman okuyuşunu dinler, ardından da mektuplarına bakar ve cevaplardı.

Yaklaşık 4.30 gibi çalışmaya geri döner 5.30’a kadar çalışıp ardından dinlenirdi. 7.30’ta akşam yemeği yenir bunu Emma’yla oynanan birkaç el tavla veya piyano dinletisi izlerdi. Aralıksız her gün çalışmasına karşın çocuklarına karşı çok sevecen ve sabırlıydı. Fırsat buldukça onlarla oynar ve ilgi gösterirdi.

Darwin’in Doğal Seçilim Fikri

İşte bu yoğun çalışmayla geçen yıllarda Darwin yavaş yavaş teorisini inşa etmeye başlıyordu arkadaşlar. 1836’dan 1844’e dek jeoloji ve türlerin dönüşümü hakkındaki düşüncelerini ve metafizik soruşturmalarını içeren 15 defter doldurdu. Bu notlar gelecekteki araştırmalarının ve yayınlarının taslağı olacak ve düşüncelerinin gelişimine ışık tutacaktı.

Tutacaktı tutmasına fakat türlerin nasıl dönüştüğü konusunu tam olarak açıklayamıyordu. Aynı soydan gelen canlıların atalarından neden farklılaştığına yönelik bu soru üzerine uzun süre kafa patlattı.

Sonra hayvanların ve bitkilerin evcilleştirilmesi konusuna yöneldi. Bu, teorisi için ona bir fikir verebilirdi.

Bahçeye bir güvercin kafesi inşa etti ve her türden güvercin yetiştirmeye başladı. Darwin’in yıllar içinde fark ettiği şey şuydu:

Eğer insan yalnızca birkaç yıl içinde aynı kaya güvercininden yapay seçilimle bu denli birbirinden farklı güvercin formları yaratabiliyorsa, doğa milyonlarca yılda neler yapabilirdi?

Thomas Robert Malthus

Thomas Robert Malthus

Artık teorisini inşa etmeye çok yaklaşmıştı. Fakat yine de ona esin kaynağı olacak bir çalışma karşısına çıkana dek beklemesi gerekecekti. Bu çalışma Thomas Robert Malthus’un “Nüfus Prensibi Üzerine Deneme” adlı makalesiydi.

Malthus bu makalesinde insan nüfusunun aslında çok büyük bir hızla (her 25 yılda bir ikiye katlanarak) çoğalma potansiyeli olduğunu, ama hastalık, savaşlar ve açlık sayesinde nüfusun kontrol altında tutulduğunu anlatıyordu.

Darwin, aynı prensibin tüm organizmalara uygulanabileceğini fark etti. Doğada da bir hayatta kalma savaşı vardı. Tüm canlı türleri, mevcut kaynakların izin verdiğinden çok daha fazla yavru üretiyor, yavrular arasında “ortama uyum sağlayamayanlar” çok geçmeden ölüyor, “uyum sağlayanlar” ise hayatta kalıyordu. Hayatta kalanlar yeni yavrular meydana getiriyor ve kendilerini “uyumlu” hale getiren özelliklerini yavrularına da aktarıyorlardı. Sonunda bu varyasyonlar nesilden nesle birikerek farklı türleri oluşturuyordu.

Darwin buna “doğal seçilim” dedi.

1842 yılında türler kuramının 35 sayfalık, 1500 sözcüklü kısa bir taslağını yazdı. Artık “doğal seçilim” olarak adlandırdığı kuramı hakkında güven duyuyordu.

Duyuyordu duymasına fakat aynı güveni diğer insanlarda duyacak mıydı? Darwin’in bu konu hakkında çok ciddi şüpheleri vardı. Teorisi o güne dek anlatılan dini inanışlarla hiç uyuşmuyordu. 1844’te kendisi de bir Kraliyet Derneği üyesi olan yakın arkadaşı ve sırdaşı Hooker’a evrimle ilgili fikirlerini açıklarken şöyle yazdı:

“Bu bir cinayeti itiraf etmek gibi.”

Ardından yazdığı kısa taslağı elden geçirdi ve genişletilmiş taslağı 230 sayfaya çıkardı. Bu denemeyi de yalnızca Hooker’a gösterdi.

Hooker Darwin’e “Türler sorunu üzerine çalışma yapmaya hakkın olması için birçoğunu titizlikle kendin tanımlamalısın” dedi. Böylece Darwin dikkatini kabuklu deniz canlılarına yöneltti. Bunlar Darwin’in biçimsel taksonomiye katkısıydı ve çalışmaları 8 yıl sürecekti. Bu ona homoloji ve embriyoloji üzerine düşünmeyi öğretti ve onu saygı değer bir sistemci yaptı.

Deniz kabukluları üzerine o kadar çalıştı ki sonunda onlardan nefret edecek duruma geldi. Ama azimle devam etti ve bugün hala değer verilen 4 ciltlik anıtsal bir yapıt ortaya çıkardı.

Teorisini Yayımlamaktan Çekinmesi

Darwin teorisini geliştirdiği sıralarda İngiltere’de Vestiges of the Natural History of the Creation adlı bir kitap basıldı. Kitap toplumsal reform isteyenleri heyecanlandırarak son derece popüler olmuştu fakat din adamları açısından tam bir skandaldı. Yeryüzünün ve üzerindeki yaşamın öyküsünü anlatan ve teolojiyle çelişen bir çalışmaydı. Darwin bu kitaba gösterilen tepkilerden şunu anladı. Kendi fikirleri de onun başını belaya sokabilirdi.

Türlerin kökenine ilişkin Tanrısız bir açıklamanın yaratacağı böylesi bir tepkiyi öngörüyor ve bulgularını geliştirmek için daha fazla zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Elindeki kanıtların çürütülemez olmasını istiyordu. Bu sebeple bilim dünyası Darwin’i 15 yıl daha beklemek zorunda kalacaktı arkadaşlar.

Fakat bir yandan da sağlığı kötüleşiyordu. Her ihtimale karşı genişletilmiş 1844 el yazmalarını bir araya getirip içine Emma’ya yazılmış bir mektup ekledi. Mektup ani ölüm durumunda basım masraflarını karşılaması için 400 Pound tutarında bir ödenek de içeriyordu.

Deniz kabukluları üzerine çalışması hem babasının ölümü hem de kötüleşen sağlığı nedeniyle 1848’de kesintiye uğradı. Mide sorunları o denli ciddiydi ki kimi günler durmaksızın kusuyor ve hiç çalışamıyordu. Bir arkadaşı su te davisini önerdi. Kaplıca tedavileri soğuk suyun dolaşımı canlandırma özelliğine dayanıyordu. Darwin ıslak çarşaflara sarılıyor ve soğuk duşa sokuluyordu.

Babasının ve Kızının Ölümü

Charles’a babasının ölümünden 51.000 Pound para kalmıştı. Zamanına göre çok iyi bir paraydı ve yaşamının geri kalanında para kazanmak için çalışmasına gerek yoktu. Böylece çalışmalarına daha rahat devam edebildi.

Annie Darwin

1851 Nisan’ında ise Darwinlerin 10 yaşındaki kızları Annie tüberkülozdan acılar içinde öldü. Charles Annie’ye diğer çocuklarından daha yakındı. Bu asla üstesinden gelemeyeceği bir kayıp olmuştu. Kızının zamansız ölümü Darwin’in kalan son Hristiyanlık kalıntılarını da terk etmesinde büyük rol oynadı. Charles masum bir çocuğun böylesi acı çekmesine izin verecek adil ve merhametli bir Tanrı düşünemiyordu.

13 Mayıs 1851’de yeni bir oğlun doğumu ailenin moralini yükseltti ve Darwin yavaş yavaş toparlanarak deniz kabukluları çalışmasına geri döndü. 1853’te deniz kabukluları üzerine yaptığı çalışmalar Kraliyet Madalyası kazandı.

Thomas Huxley ile Tanışması

Thomas Henry Huxley

Bu zoolojik çalışma, sonradan Darwin’in arkadaşı, sırdaşı ve ideolojik destekçisi haline gelen Thomas Huxley gibi laik, profesyonel bir bilim insanıyla iletişim kurmasını da sağladı. Huxley gibi bilim insanları bilimsel yöntemin doğalcılığını kullanarak, doğayı açıklamak için hala vahye dayanan İngiliz Kilisesi öğretisine, yaratılışçılığa meydan okumaya başlamıştı. Bu gelişen aydınlanma ortamı Darwin’in fikirlerinin benimsenmesi adına iyiye işaretti.

Alfred Russel Wallace ve Türlerin Kökeni’nin Yayımlanması

Şimdi önemli bir noktaya geldik arkadaşlar. Bilim tarihinin en önemli kitaplarından birinin yayımlanmasının hikayesine.

Az önce de bahsettiğim gibi Darwin’in kitabını yayımlamak konusunda çekinceleri vardı. Çünkü insanların henüz buna hazır olup olmadığı konusunda şüpheliydi. Ama iş artık öyle bir noktaya gelmişti ki teorisini neredeyse başkasına kaptıracaktı.

1855’te Lyell, Darwin’e tanınmamış bir doğa bilimciye ait “Yeni türlerin başlangıcını düzenleyen yasa üzerine” başlıklı makaleyi okumasını önerdi. Yazar Alfred Russel Wallace’tı. Makale Darwin’in evrim ve doğal seçilim üzerine yazdığı 1842 ve 1844 tarihli taslaklarla kimi benzerlikler barındırıyordu ama Darwin, Wallace’ın yazılarını bir tehdit olarak görmedi.

Lyell ise aksini düşünüyordu ve Darwin’e kuramının bir özetini hazırlaması için ısrar etti. Böylece Darwin “Doğal Seçilim” adını verdiği “Büyük Kitap” için çalışmaya oturdu.

Alfred Russel Wallace (Doğal seçilimle evrim kuramının diğer kaşifi)

1858’de Wallace, Malaya adalarında sıtmadan iyileşirken tıpkı Darwin’in 18 yıl önce yaptığı gibi Malthus’un “Nüfus Prensibi Üzerine Deneme” adlı makalesini okudu. O da Darwin’in ulaştığı sonuca ulaşmıştı. Doğal seçilim, popülasyonları kontrol eden etkendi. Bir deneme yazdı ve bunu Darwin’e yolladı. Deneme eline geçince Darwin şok oldu. Wallace’ın düşünceleri 20 yıldır üzerinde çalıştıklarıyla aynıydı. Lyell’a “Wallace 1842’de yazdığım taslağı okumuş olsaydı, daha iyi özetleyemezdi!” diye yazdı.

Zamanlama Darwin için çok kötüydü. İki çocuğu ciddi biçimde hastaydı. Wallace’dan önce çalışmalarını yayımlamanın ahlaklı olup olmayacağı konusunda çaresiz bir kararsızlık içindeydi. Yaşamının çalışmasının boşa gideceği düşüncesi kahrediciydi.

Fakat Lyell ve Hooker, Darwin’in doğal seçilim aracılığıyla evrim düşüncesi üzerine 20 yıldır çalıştığını biliyorlardı. Darwin’i ve çalışmalarını korumaya karar verdiler. Böylece hem Darwin’in hem de Wallace’ın çalışmaları Linnean Society’e birlikte sunularak yayımlandı.

Wallace bu olayı öğrendiğinde çok cömertçe davrandı ve tüm gerçek çalışmanın aslında Darwin tarafından yapılmış olduğunu söyledi. Onunla aynı seviyede olmaktan büyük mutluluk ve onur duyduğunu ifade etti.

Bu karşılıklı saygı çerçevesinde Darwin ve Wallace, hayatları boyunca bağlantılarını sürdürdü. Hatta Darwin, hükümetin Wallace’a maaş bağlamasını bile sağladı.

20 Temmuz 1858’de Darwin çalışmalarını artık kitap haline getirmeye hazırdı. O sıralarda yine dinmek bilmez mide sorunlarıyla boğuşuyordu. Buna rağmen aylar boyunca çalıştı.  Mart 1859’da el yazması bitti. Sonunda 24 Kasım 1859’da 155 bin kelimelik kitap İngilizce “The Origin of Species”, Türkçesiyle “Türlerin Kökeni” basılmış oldu. Bu tarih modern biyolojinin başlangıcıydı.

Türlerin Kökeni

Kitabın ilk basımı daha çıktığı gün tükendi. Ardından altı basım daha yaptı ve raflardan hiç kalkmadı.

Kitap belirli bir kesim tarafından övgüyle karşılanırken bazı bilim insanları Darwin’in kitabını kin ve kıskançlıkla eleştirdi. Birçok gazete ve dergi Darwin’i maymun olarak karikatürize etti. Bunlara birazdan daha ayrıntılı değineceğiz arkadaşlar.

Evrim Teorisi Ne Anlatıyor?

Buraya kadar Charles Darwin’in çocukluğundan, aile hayatından, okul hayatından, 5 yıllık dünya seyahatinden ve seyahati sonrası yaşadığı zorluklardan bol bol bahsettik. Şimdi gelin doğal seçilimle evrim teorisi bize ne anlatmak istiyor buna biraz daha derinlemesine bakalım.

Artık şunu anladık: Darwin’in kuramının amacı: Organik dünyanın kökenini ve gelişimini açıklamak.

Peki bunu nasıl yapıyor?

Bildiğiniz gibi insanlar tarım devriminden beri bazı hayvanların ve bitkilerin yaşamlarını sürdürmesi ya da sürdürmemesi konusunda seçim yapıyorlar. Bazı bitki ve hayvanları evcilleştiriyorlar. Peki bu türler nasıl doğdular? Bu aşamaya nereden geldiler? Acaba bir zamanın yabani bitki ve hayvanlarını alıp da onları çiftliğin daha konforlu koşullarına mı alıştırdılar? Hayır. Gerçek bambaşka. Bunların çoğunu bugünkü duruma getiren bizleriz.

On binlerce yıl önce mandıra ineği, köpek ya da mısır başağı yoktu. Bu hayvanların ve bitkilerin soylarını evcilleştirdiğimizde, üremelerini denetleyerek yönlendirdik. Bugünkü evcil hayvanlarla bitkilerin eski soyları bütünüyle değişik görünüşteydiler. Bunlar arasında özelliklerinin sürüp gitmesini istediklerimizin üremesini yeğledik.

Mesela koyunlarımızın gözetimine yardımcı olacak köpeği yetiştirmek için uyanık, itaatkâr ve sürü otlatmaya yatkın olan türleri seçtik. Mandıra ineklerinin kocaman ve yayvan memeleri, insanoğlunun süte ve peynire olan ilgisinin sonucu. Bizim bugün yediğimiz mısır, çelimsiz olan ilk türünden bugünkü tadını ve yüksek besin değerini kazanabilmesi için, on binlerce yıl boyunca seçilerek yetiştirildi. Sonuçta ilk halinden öylesine uzaklaştı ki, artık insanoğlunun müdahalesi olmadan kendi kendine üreyemiyor.

İster bir köpek ya da inek veya mısır için olsun yapay seçilimin ilkesi şu: Bitkilerin ve hayvanların çoğunun fiziksel ve davranış özellikleri kalıtsaldır. Buna göre ürerler. İnsanlar şu ya da bu nedenle bazı türlerin üremesini yeğliyorlar, bazı türlerin üremesini istemiyorlar. Üremesi istenen tür çoğalıyor, istenmeyen de azalıyor, hatta türün tükendiği de oluyor.

Mesela tavşanın evcilleştirilmesi orta çağa rastlıyor. Kahve üretimi ancak 15.yy’da başladı. Şeker pancarı 19.yy’da üretildi. Mink gibi hayvanlar ise henüz yeni yeni evcilleştiriliyor. On bin yıla yakın bir sürede evcilleştirme, koyun başına alınan bir kiloluk sert kılı on-yirmi kilo yumuşak yüne çıkarırken, bir ineğin süt verme dönemindeki verimini de birkaç yüz santimetreküpten bir milyon santimetreküpe çıkardı.

Peki ama, eğer insanlar yeni bitki ve hayvan türleri yaratabiliyorsa doğanın da aynı şeyi yapması gerekmez mi? Gerekir. Üstelik doğa bunu milyarlarca yıldan beri yapıyor. İşte bu sürece doğal seçilim adı veriliyor. Biyolojik dünyanın çeşitliliği ve güzelliği buradan geliyor. Ayrıca fosiller bize, bir zamanlar yeryüzünde çok sayıda bulunan ama artık tümüyle yok olmuş canlılara ait bilgiler sağlıyor. Bugüne kadar yaşamış tüm türlerin yüzde 99’u yok olup gitti bile. Bunlar evrimin sona eren deneyimleri niteliğinde.

Anlayacağınız evrim bir teori değil bir olgudur. Bir doğa yasasıdır. Evrim teorisi ise bu olguyu açıklamaya yarar. Bunu şuna benzetebiliriz. Yer çekimi de bir olgudur. Yer çekimi teorisi ise bu olguyu açıklar. Fakat yer çekimi olgusunu test etmek çok kolayken evrim olgusunu test etmek daha zordur.

Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace işte bu evrim olgusunu doğal seçilim mekanizmasıyla açıkladılar. Yaklaşık 160 yıl önce, adı geçen bu iki kişi, hepsi bir arada yaşayamayacak kadar çok sayıda hayvan ve bitkinin yetiştiğini, böylece çevrenin, hayatta kalmaya daha yatkın olan türleri seçtiğini vurguladılar.

Biz bugün biliyoruz ki kalıtımda ani değişmeler demek olan mutasyonlar evrimin hammaddesini oluşturuyor. Çevre, hayatta kalma üstünlüğü gösteren mutasyonlar lehine davrandığından, bunun sonucu olarak bir hayat şeklinden başka bir hayat şekline doğru yavaştan bir dizi değişme yer alıyor ki, bu da yeni türlerin ortaya çıkmasına yol açıyor.

Darwin Türlerin Kökeni kitabıyla evrim teorisinin temelini attı. Ancak teori o kitapla sonlanmadı. O sadece ilk kıvılcımdı. 163 yıl sonra bugün bilim insanları evrim sürecinin nasıl işlediğini kavramak için artık genetik bilgisine de sahip. Darwin bunlara sahip değildi. Dolayısıyla bazı hatalar da yaptı. Bugün bilim insanları o hataları düzeltti ve teoriyi genişletti.

O zamandan bu yana Evrim Teorisi’yle ilgili birçok yeni açıklama getirildi. Geçerli bir teori olduğu matematiksel olarak ispatlandı, bilgisayar modelleriyle doğrulandı, elimizi değdiğimiz her türde gözledik, bütün fosiller evrimsel süreci onayladı, karşılaştırmalı anatomi, morfoloji, genetik sahalarındaki çalışmalar bir bütün olarak evrimsel süreçleri tam da teorinin öngördüğü şekilde kanıtladı ve daha nicesi…

Darwin ve Wallace’ın görüşlerine karşı direnme gösterilmesinin nedeni, milyonlarca yıllık sürelerin geçmesi olgusunun göz önünde tutulmayışı. Örneğin 70 milyon yıl, bunun ancak milyonda birinde yaşayan insan için ne ifade eder? Yalnızca bir gün uçan ve günü sonsuzmuş gibi algılayan kelebeklere benziyoruz…

Eleştiriler

Bilim tarihinde yeni fikirlerin ve kuramların hep yadırgandığını ve hemen kabul edilmediğini çok görürüz arkadaşlar. İşte bu yüzden Dünya’nın sabit olmadığını, Güneş’in etrafında döndüğünü söyleyen Galileo’nun başına gelen Darwin’in de başına geldi. Fakat Darwin’in teorisi daha sağır edici bir öfke patlamasıyla karşılaştı. Ortodoks doğa bilimcileri ve din adamları onu “bilimi lekeleyen yüzeysel bir öğreti” “kaba materyalizm” ve “ahlaksızlık” gibi aşağılayıcı ifadelerle topa tuttu.

Fakat Darwin eleştirilere cevap vermedi. Polemiklerden uzak durmayı her zaman ve herkes için bir kural haline getirdi.

Kitabın İlk Büyük Sınavı

Darwin’in kuramı ilk büyük sınavını Oxford’da verdi. Bilim toplantısı, gazetecileri ve politikacıları da içeren 1000’e yakın insanla doluydu. Hava gergindi. Darwin toplantıda yoktu. Kurnaz hitabeti nedeniyle “Yağcı Sam” olarak bilinen Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce konuşmacılardan biriydi. Konuşmasının bir bölümünde Darwin’i temsil eden Huxley’e:

“Soyunuz büyükbaba tarafından mı yoksa büyükanne tarafından mı maymuna dayanıyor” dedi.

Bu hakaretle birlikte kalabalıkta bir kahkaha tufanı koptu. Huxley yavaşça ayağa kalktı, piskoposa döndü ve şöyle cevap verdi:

“Eğer bana alçakgönüllü bir maymunla, Sayın Piskopos gibi bilimsel bir tartışmanın içine alay katan bir insan arasından seçim şansı verilseydi, hiç duraksamadan maymunu seçerdim”

Bu cevapla salon adeta buz kesti. Kıyamet kopmuş gibiydi. Salon ikiye bölündü. Üniversiteliler “Maymun, maymun” diye bağırmaya başladılar. FitzRoy’da onlara karşılık İncil’i sallayarak “Kitap, kitap” diye bağırdı. Huxley o günden sonra ateşli bir savunucusu olarak “Darwin’in buldoğu” lakabını aldı.

İnkâr ve saldırı dönemi 3-4 yıl sürdü. Dinciler köpürdü, akademisyenler homurdandı. Çoğu bilim insanı teoriyi sessizce hazmetti. Nihayetinde Darwin’in teorisi bugün biyoloji biliminin yol gösterici bir ilkesi haline geldi.

Darwin’in Dikkatini Botaniğe Yöneltmesi

Gittikçe bozulan sağlığı nedeniyle acı çekse de Darwin, Türlerin Kökeni’nden sonra emekli olmadı arkadaşlar. Bunun yerine dikkatini botaniğe yöneltti. Çiçeklerin, özellikle de orkidelerin morfolojisini ve anatomisini inceleyerek, bir çiçeğin neredeyse tüm kısımlarının böceklerce tozlaşma yapılmasına izin verecek şekilde uyarlandığını keşfetti. Bu, yaratılışçıların çiçeklerin insana güzellik vermesi için tasarlandığı fikrine ters düşüyordu.

1862’de Fertilisation of Orchids kitabını yayımladı. Bu kitapta Darwin çok çarpıcı bir tahminde bulunmuştu. Madagaskar’dan gelen, kamçıya benzer, bez dokusu 29 cm boyunda olan bir orkide karşısında duyduğu şaşkınlığı ifade etti ve o bölgede bu derinliğe ulaşacak uzun böcek hortumuna sahip bir hayvan olması gerektiğini ileri sürdü. Böcekbilimciler 1903 yılında gerçekten de Madagaskar’da yaşayan, şaşırtıcı bir hortuma sahip dev bir atmaca güvesi buldular.

İnsanın Türeyişi Kitabı

Darwin Türlerin Kökeni’nde insanın evrimi üzerine bir şey yazmamıştı. Bu konuyu daha sonra başlı başına bir kitap olarak ele aldı. “İnsanın Türeyişi” 1871’de basıldı. Bu kitapta Darwin “evrim” terimini modern anlamı içinde ilk kez kullandı. Daha sonra, Türlerin Kökeni’nin 1872’deki 6.basımında “dönüşüm” kuramını tamamen “evrim” üzerinden ele aldı.

İnsanın Türeyişi iki çalışmadan oluşuyordu. İlk üçte birlik kısmı, Türlerin Kökeni’nin insana uygulanmış olarak devamıydı. O zamanlar birkaç Neandertaller kemiği dışında farklı insan fosilleri bilinmiyordu. Yine de Darwin, biyo-coğrafik temellere dayanarak Afrika’nın insan evriminin beşiği olduğunu doğru olarak çıkarsadı. Bu çıkarım ilerleyen yıllarda Afrika’da bulunan Australopithecus türlerinin bolluğuyla ve DNA verileriyle kanıtlandı. Kitabın kalan üçte ikisi ise cinsel seçilimi açıklıyordu.

İnsanın Türeyişi, Türlerin Kökeni ile başlayan geçici tartışmaları yeniden alevlendirdi arkadaşlar. Çünkü İnsanın Türeyişi’nde Darwin açıkça “insan türü doğrudan hayvanların soyundan gelmektedir” diyordu.

İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi Kitabı

Bu kitabı da bitirdikten sonra, Darwin, kendi çocukları üzerinde yaptığı gözlemleri de kullanarak duygular hakkındaki gözlemlerini toparlamaya başladı. Hayvan davranışı üzerine öncü niteliğinde bir çalışma olan “İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi” 1872 yılında yayımlandı. Fakat bu kitapta Darwin, hatalı olarak sonradan kazanılan özelliklerin kalıcı olduğu görüşünü kabul etmişti.

Ayrıca kitap metni açıklamak için fotoğrafların kullanıldığı ilk kitaplardan biriydi. Darwin’e diğer kitaplarının hepsinden daha fazla para kazandırdı.

Başarıları

Son yıllarında Darwin’in sağlığı biraz iyiye gitmeye başladı. 1864’te Kraliyet Derneği’nin Copley Madalyası’nı aldı. 1877’de eski okulu, Cambridge Üniversitesi kendisini fahri doktorlukla ödüllendirdi. Birçok onura layık görüldü ve çok tanındı. Yine de Kraliçe Victoria tarafından şövalye ilan edilmedi. Çünkü kuramları o kadar devrimseldi ki kibirli insanlığın henüz hayvanlar alemindeki yerini kabul etmesi mümkün görünmüyordu.

Dini Görüşleri

Şimdi gelin birazda Darwin’in din konusundaki görüşlerine bakalım arkadaşlar.

Darwin yaşama serbest düşünceli bir çevrede başlamıştı. Din konusunun çok kişisel olduğunu düşünürdü. Emma’yı ve onun inançlarını incitmemek için çok büyük özen göstermişti. Asla ciddi anlamda dindar biri olmadı. Cambridge’te teoloji üzerine okudu ama doğanın nasıl işlediğini öğrendikçe, İncil’in vahyedilen dinini daha az kabul eder oldu.

İlerleyen yıllarda evrim kuramını ortaya koyduktan sonra otobiyografisinde şöyle diyecekti:

“Ortadoksluğun üzerime nasıl bir öfkeyle saldırdığını düşündüğümde bir zamanlar rahip olacağımı hatırlamak benim için komik.”

Aslında Darwin Güney Amerika seyahatine çıkarken Ortodoksluğun fikirlerine hala bağlıydı. Fakat keşifleri ve bunlar üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda hayatı süresince dini görüşleri kademeli bir şekilde değişti. Sonunda Hristiyanlıktan vazgeçti çünkü kanıtlarla desteklenmiyor, bilimsel kuramlarla çelişiyordu. İnançsız insanların sonsuza dek cehennemde acı çekeceği düşüncesi de mantıklı gelmiyordu.

Özellikle 10 yaşındaki kızı Annie’nin zamansız ölümü tüm yaşamın hastalığa, açlığa ve ölüme karşı bir savaşım olduğunu açıkça gösteriyordu. Doğanın insan üzerindeki etkisi, diğer hayvanlara ya da bitkilere olanla aynıydı. İnsan ayrıcalıklı bir konumda değildi.

Darwin hiçbir zaman Tanrı’nın varlığını inkâr etmedi. Fakat kişisel, yargılayıcı bir Tanrı kavramını da kabul etmedi. Tanrı’nın bilinemez olduğunu savunan bir agnostikti.

“Bütün her şeyin kaynağının gizemini çözemeyiz ve ben kendi payıma agnostik olmakla yetinmeliyim” diyordu.

Ölümü

1882 yılının başlarında Darwin’in sağlığı yeniden bozulmaya başlamıştı. Şubat ve Mart aylarında Sandwalk’ta yürürken gittikçe artan göğüs ağrıları çekmeye başladı. 4 ve 5 Nisan’da arka arkaya kriz geçirdi. Birçok doktor onu gördü. 18 Nisan 1882 gecesi ciddi bir kalp krizi geçirdi ve bilincini kaybetti. Ardından güçlükle hayata döndürüldü.

Ölümünün yaklaştığını bilerek “ölümden korkmuyorum” dedi. 19 Nisan 1882’de saat yaklaşık öğleden sonra 4.00’te eşi ve çocuklarının yanında, yaşamının 73.yılında hayatını kaybetti.

Karısı Emma köydeki kiliseye bitişik eski mezarlıkta yalın bir cenaze istiyordu ancak 20 parlamento üyesinin isteği üzerine Darwin 26 Nisan 1882’de Westminister Kilisesi’nde gösterişli bir törenle toprağa verildi. Tabutu taşıyanlar arasında Hooker, Huxley, Wallace, Lubbock, Kraliyet Derneği başkanı, Amerikan büyükelçisi, Cambridge Üniversitesi rektörü ve farklı ülkelerden önde gelen birçok isim vardı.

Mezarı kilisenin kuzeydoğu köşesinde Isaac Newton ve Charles Lyell’ın yanına gömüldü.

Asılsız İddialar

Ölümünden sonra Darwin hakkında pek çok asılsız iddia ortaya atıldı. Onlardan birine burada değinmek istiyorum arkadaşlar.

Darwin’in ölmeden önce kuramından vazgeçtiğini söyleyen iddiaya.

Bu mitin izi Boston’da 1915’teki bir dini toplantıya gidiyor. İddiaya göre toplantının lideri olan Lady Hope ismindeki şahıs Darwin’i ölümüne yakın ziyaret etmiş ve onu İncil okuyup ilahi söylerken bulmuş.

Fakat bu iddia yanlış.

23 Şubat 1922’de Darwin’in kızı Henrietta ve oğlu Francis, gazeteye bir yazı yollayarak iddiaları çürüttüler. Yazı kısaca şöyleydi:

“Ölümünün son anlarında babamızın yanındaydık. Bilimsel görüşlerinin hiçbirinden vazgeçmedi. Lady Hope evimizi hiçbir zaman ziyaret etmedi ve bu hikâye tamamen uydurmadır.”

Sonuç:

Ve geldik sonuç kısmına.

Türlerin Kökeni 1859’da yayımlandığında Darwin aslında hepimize şunu gösterdi arkadaşlar. İnsanlar doğanın üstünde değildi. Onun bir parçasıydı. İnsan da dahil tüm hayvanlar ortak bir atadan türeme yoluyla akrabaydı.

O günden bugüne çok şey keşfedildi. Ve biz bugün biliyoruz ki doğal seçilimle evrim hala yaşamın çeşitliliğini açıklayabilen en etkili ve kanıta dayalı açıklama olarak yerini koruyor.

Darwin hayatının sonlarına doğru geliri artınca sık sık bilime ve bilim insanlarına parasal yardımda bulundu. Hayatının büyük bölümünde hastalıklarla mücadele etti. Buna rağmen çok çalıştı. Fikirlerini sadeleştirip sınıflandırması on yıllarını aldı. Bazı deneyleri 30 yıl sürdü. Asla yarı yolda durmadı, önyargıların, haksız eleştirilerin veya duyguların karşısında geri adım atmadı.

Newton fizik alanında ne yaptıysa Darwin de biyoloji alanında aynısını yaptı. Temeli inşa etti ve hepimize dedi ki:

“Bilim ve sanat, bir kuşun kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar, uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.”

 

“Sokrates’in bir sözü vardır. “Bilgi kuşkuyla başlar.” Çok mantıksız şeylerde bile “Bu Tanrı’nın kerametidir” dediğimiz anda kuşkuya yer kalmaz. Bu düşünmekten vazgeçmek demektir.”

 

“Cehalet, sıklıkla bilgiden ziyade kendine güven duygusu doğurur. Şu ya da bu sorunun bilim yoluyla çözülemeyeceğini kendinden emin bir şekilde ortaya atanlar, çok bilenler değil; az bilenlerdir.“

 

“Kölemiz yaptığımız hayvanları eşitimiz olarak değerlendirmek hoşumuza gitmiyor.”

Kaynaklar:

Charles Darwin – ADRIAN DESMOND / JAMES MOORE

Charles Darwin: Olağanüstü bir adamın öyküsü – TIM M. BERRA

Charles Darwin: Hayatı ve Bilimsel Çalışmaları – MIHAIL ALEKSANDROVİÇ ENGELHARDT

Türlerin Kökeni – CHARLES DARWIN

Kozmos – CARL SAGAN

https://evrimagaci.org/darwinin-evrim-teorisi-nedir-neler-soyler-2917

https://www.seyahatsagligi.gov.tr/site/HastalikDetay/Chagas-Hastaligi

Kişiler:

Charles Robert Darwin: 12 Şubat 1809 – 19 Nisan 1882

Robert Waring Darwin: 1766 – 1848 Charles’ın babası. Seçkin hekim. Royal Society üyesi.

Susannah Wedgwood: 1765 – 1817 Charles’ın annesi

Erasmus Darwin: Charles’ın büyükbabası. Seçkin hekim, şair, filozof.

I.Josiah Wedgwood: Charles’ın dedesi. (annesinin babası) Varlıklı bir iş insanı.

II.Josiah Wedgwood: Charles’ın Jos Dayı’sı (annesinin kardeşi) ve kayınpederi.

Emma Darwin: 1808 – 1896 Charles’ın karısı aynı zamanda kuzeni (dayısının kızı)

Marienne Darwin: 1798 – 1858 Charles’ın en büyük ablası

Caroline Darwin: 1800 – 1888 Charles’ın ikinci büyük ablası

Susan Darwin: 1803 – 1866 Charles’ın üçüncü büyük ablası

Erasmus Darwin: 1804 – 1881 Charles’ın abisi

Catherine Darwin: 1810 – 1866 Charles’ın küçük kız kardeşi

HMS Beagle: Keşif gemisi. Aralık 1831’de Beagles’ın yolculuğu başladı.

Robert FitzRoy: HMS Beagle’ın kaptanı

Joseph Dalton Hooker: Royal Botanic Gardes’ın Kew, yöneticisi. Darwin’in en yakın arkadaşı ve sırdaşı olan Hooker, Royal Society üyesiydi.

Charles Lyell: Principles of Geology’nin yazarı ve Darwin’in sırdaşlarından biri. Royal Society üyesi ve dönemin tanınmış jeologu.

Adam Sedgwick: Cambridge’te jeoloji profesörü, Royal Society üyesi. 1831 Ağustos’unda North Wales’a yapılan bir eğitim gezisinde Darwin’e araştırma tekniklerini öğretmiştir.

John Stevens Henslow: Botanikçi ve Charles Darwin’in Cambridge’teki danışmanı.

Thomas Huxley: İngiliz biyolog. Darwin’in evrim kuramının en önemli savunucularından, felsefede agnostisizm kavramını ilk kez ortaya atan, Darwin’in buldoğu lakabıyla bilinen İngiliz biyoloji bilgini.

Alfred Russel Wallace: Gezgin ve doğa bilimcisi. Doğal seçilimi Darwin’le aynı zamanda keşfetti.

Robert Edmond Grant: Anatomist ve zoolog. Darwin’in akıl hocası.

Thomas Robert Malthus: İngiliz nüfus bilimci ve politik iktisat teorisyeni.

Alexander von Humboldt: Prusyalı doğabilimci ve kâşif. Humboldt’un botanik coğrafya üzerine yaptığı çalışmalar biyocoğrafya dalının temelini oluşturmuştur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya girin