Evren görece yaşlı ve çok büyük. Milyarlarca galaksiye ev sahipliği yapıyor. Sadece bizim galaksimizde bile milyarlarca yıldız var. Bu yıldızların çoğunun çevresinde dönen kendi gezegenleri var. Eğer Dünya yaşamı meydana getirecek koşulları sağlaması açısından son derece sıra dışı bir örnek değilse, evrenin yaşamla dolup taşması gerekir. Ve bunların bir kısmının zeki uygarlıklar kurmuş olması. Bu zeki uygarlıklarınsa bir çoğunun uzay yolculuğu için gerekli teknolojiye ulaşıp bizi şimdiye kadar ziyaret etmiş olmasını beklemez miydik?*
İçindekiler
- Fermi Paradoksu Nedir?
- Paradoksun Çözümüne İlişkin Öneriler
- 1)Uzaylılar hep vardı ve bizi çoktan ziyaret ettiler.
- 2)Uzaylılar uzaktalar ve bizimle iletişime geçmeyi tercih etmiyorlar.
- 3)Nereye bakacağımızı bilmiyoruz.
- 4)Akıllı yaşamlar daha gelişemeden yok ediliyorlar.
- 5)Zeki yaşamlar kendilerini yok ederler.
- 6)Uzaylılar bizim düşündüğümüzden, hayal ettiğimizden çok daha farklı.
- 7)Gerçekten de evrende yalnızız!
- Fermi’nin Görüşü
- Dünya Dışı Zeka Arama Çalışmaları
- Frank Drake
- Drake Formülü
- Drake’in Hesaplaması Güvenilir mi?
- Dünya Çapında Uzay Sinyali Avı
- Marslıları Aramak
- Güneş Sistemi Dışındaki Çalışmalar
- Sonuç:
- Kaynaklar ve İleri Okuma:
Fermi Paradoksu Nedir?
İşte Fermi Paradoksu tam da bu noktada dünya dışı uygarlıkların var olma olasılığının gayet yüksek olmasıyla bunu doğrulayacak herhangi bir kanıtın ya da temasın yokluğu arasındaki çelişkiyi ifade ediyor.
Nerede bu uzaylılar? Bir gün gelecekler mi? Gelirlerse ne olacak?

İtalyan fizikçi Enrico Fermi bir gün New Mexico’daki Los Alamos Ulusal Laboratuvarı ziyaretinde birkaç meslektaşına öğle yemeği sohbeti sırasında bir soru sordu.
Nerede bu uzaylılar?
Bizim Güneş sistemimiz eşsiz değilse, yeterince gelişmiş uzay yolculuğu teknolojileri olan herhangi bir uzaylı uygarlığın şimdiye kadar bütün galaksiyi kolonileştirmiş olması gerekirdi. Çünkü bunun için bol bol zamanları vardı. Fermi’ye göre bu aşikârdı.
Diğer arkadaşlarıyla birlikte yaptığı tahminlere göre, herhangi bir türün bunu yapması aşağı yukarı 10 milyon yıl alırdı. Bu sayı her ne kadar çok uzun bir zaman gibi gözükse de, galaksinin yaşıyla karşılaştırıldığında kısacık bir zamana (sadece binde birine) karşılık geliyor. Ayrıca Sapiens’in sadece 250-300 bin yıldır ortalarda olduğunu da unutmamak lazım.
Paradoksun Çözümüne İlişkin Öneriler
Bilim insanlarının bu paradoksun çözümüne ilişkin nasıl çalışmalar yaptığını anlatmadan önce gelin sizinle bugüne kadar öne sürülen bazı hipotezlere 7 başlık altında bakalım.
1)Uzaylılar hep vardı ve bizi çoktan ziyaret ettiler.
UFO meraklıları ve komplo teorisyenleri gibi çok fazla insan, bu seçeneğin çoktan gerçekleştiği konusundaki ısrarlarını sürdürüyor. Uzaylılar elbette uçan daireleriyle dünyamıza gelip bizi önceden ziyaret etmiş olabilir; hatta halen ziyaret etmekte dahi olabilir fakat bugüne kadar elimizde kesinleşmiş bir kanıt bulunmuyor.
Bazı insanlara göre dünya dışı akıllı varlıklar binlerce yıl önce ziyarete gelip piramitleri inşa ettiler. Hatta buna şahit olan insanlar onların resimlerini duvarlara bile kazıdılar. Bazı insanlara göreyse hükûmetler uzaylıların varlığından çoktan haberdarlar ve onların teknolojik cihazları üzerinde gizli çalışmalar yapıyorlar. Kimi insanlarsa uzaylıların hâlâ aramızda olduğunu düşünüyor; hatta kurbanlarını kaçırıp üzerlerinde garip deneyler yapan uzaylılar bile var.
2)Uzaylılar uzaktalar ve bizimle iletişime geçmeyi tercih etmiyorlar.
Tüm uzaylı uygarlıkların bizimkine benzer bir düşünme süreci izlediğini varsaysak bile bizim onlarla iletişime geçmek istememizin aksine onlar bizimle iletişime geçmek istemiyor olabilir. Radyo teknolojisini geliştirdiğimizden beri uzaya çok defa anlamlı mesajlar gönderdik fakat onların da aynı şeyi yapmalarını beklememiz yanlış olabilir. Belki varlıklarını galaksinin her yerine duyurmak istemiyorlar. Ya da bizim teknolojik gelişmişliğimiz onlarınkinin yanında öylesine basit kalıyor ki bizi kale almıyorlar. Belki bir gün yeterince gelişebilirsek bizi de Samanyolu Galaktik Kulübü’ne dahil edebilirler.
3)Nereye bakacağımızı bilmiyoruz.
Neredeyse altmış yıldır uzaydan gelebilecek sinyalleri dinliyor olmamıza rağmen hâlâ bir şey duyamadık. Fakat belki de uzayın doğru bölgesine bakmamız veya cihazlarımızı doğru frekansa ayarlamamız gerekiyordu. Ya da belki sinyaller ve mesajlar çoktan varmıştır ama biz onları nasıl çözeceğimizi bilmiyoruzdur. Bizim iletişim yöntemlerimiz onlara göre son derece ilkel olabilir.

Varsayımsal olarak, gelişmiş uzaylı uygarlıklar, elektromanyetik tayf dahilindeki yayınlardan tamamıyla vazgeçip, henüz anlayamadığımız fizik prensiplerine dayalı yeni iletişim yöntemleri geliştirmiş olabilir. Bazı bilim insanlarının hipotezlerine göre uzaylılar, nötrino sinyalleri gönderebilirler. Bu tür sinyaller mevcutsa, sadece henüz yapım aşamasında olan nötrino dedektörleri aracılığıyla tespit edilebilecektir.
4)Akıllı yaşamlar daha gelişemeden yok ediliyorlar.
Bir insan ömrünün en fazla 100 sene, toplamda Sapiens’in ise maksimum 300 bin senedir var olduğu düşünüldüğünde bizim gibi akıllı canlıların başlarına dinozolarınki gibi bir felaket gelmesi demek, daha 2. Tip medeniyet seviyesine bile ulaşamadan uzaylı yaşamların da yok olması demek olabilir.
Diğer Güneş sistemlerindeki yaşamı destekleyen gezegenler, sürekli gezegenleri çapında, yıldızları çapında veya galaksileri çapında felaketlere maruz kalıyor olabilir. Bu gezegenler buzul çağları gibi, göktaşı veya kuyruklu yıldız çarpması gibi, güneş patlamaları veya gama ışını saçılmaları gibi çeşit çeşit felaketlerle baş etmek zorunda olabilir. Bu gibi olayların sık sık yaşandığı yerlerde yaşam, uzay yolculuğuna çıkabilecek kadar zeki türlerin evrilmesine yetecek zamana sahip olmayabilir. Eğer bu doğruysa bizim de sonumuz başlangıcımızdan çok daha yakın demektir.
5)Zeki yaşamlar kendilerini yok ederler.
Evrendeki zeki yaşamların tümü kaçınılmaz olarak kendilerini yok etme eğilimi taşırlar. Bunun sebebi nükleer savaş, corona virüsü, ozon tabakasının delinmesi ya da yapay zekanın biyolojik ırka üstünlüğü dahi olabilir. Kısacası zekâ, eninde sonunda kendini aşmak isteyecek ve bu ileri gidiş de onun sahiplerinin sonunu getirecektir. Bu yüzden de hiçbir zaman yıldızlararası seyahati mümkün kılabilecek seviyeye gelemezler.
6)Uzaylılar bizim düşündüğümüzden, hayal ettiğimizden çok daha farklı.

Uzaylıların bize benzediklerini nereden bilebiliriz? Doğamız gereği bizim yakında geliştireceğimizi hayal ettiğimiz teknolojilere sahip olduklarını varsayma eğilimindeyiz. Bu şekilde düşünmek için iyi nedenlerimiz olduğu kesin. Sonuçta bütün yaşamın fizik yasalarına uyması gerekiyor. Yine de bizden yeterince farklı zeki yaşamları kavrayabilecek hayal gücüne sahip olamayabiliriz. Belki de uzaylılar filmlerde gördüklerimize hiç benzemiyorlar. Onların da bizim gibi karbon bazlı olduklarını, uzuvları ve gözleri olduğunu, birbirlerine ses dalgaları göndererek haberleştiğini nereden çıkarıyoruz?
7)Gerçekten de evrende yalnızız!
Biyolojik yaşamın sadece Dünyamıza özgü olması ihtimali yok mu? Elbette var. Belki yaşamın ortaya çıkması için gerekli koşullar o kadar düşük ihtimaller dahilindedir ki yalnızca birkaç yerde olmuştur. Dünya ise bunların arasında uzaya sinyal göndererek varlığını duyurabilecek kadar zeki canlıların yaşadığı tek gezegendir. Belki de gezegenimiz evrende yaşamın ortaya çıktığı tek yerdir. Kim bilir?
Fermi’nin Görüşü
Bu anlattığım hipotezlerin hepsi sadece tahminden ibaret. Fermi’nin kendi görüşüne göre, galaksinin başka yerlerinde zeki yaşamın varlığı neredeyse kesin olsa da, yıldızlararası yolculuk için söz konusu olan mesafeler o kadar büyük, ve ışık hızı sınırından dolayı bunları kat etmek için gereken süreler o kadar uzun ki, diğer uygarlıklar bizi ziyaret etme zahmetine katlanmak istemeyebilir.
Fakat Enrico Fermi’nin hesaba katmadığı bir şey var. Teknolojik açıdan gelişmiş uzaylıların farkına varmamız için mutlaka gezegenlerini terk etmeleri gerekmiyor. Sonuçta, biz varlığımızı neredeyse yüz yıldır galaksiye duyuruyoruz. Dünya çapında bilgi aktarmak için radyo ve televizyon kullanmaya başladığımızdan beri Dünya’dan uzaya sinyaller yayılıyor. Onlarca ışık yılı uzaklıktaki bir uzaylı uygarlık, radyo teleskoplarını bizim Güneşimize doğru çevirirse, çevresindeki gezegenlerden birinde yaşam olabileceğinin işareti olan olağandışı miktarda, zayıf ama karmaşık radyo sinyalleri algılayacaktır.
Belki günün birinde bundan 40 ışık yılı uzaktaki bir uygarlık bizim 40 yıl önce yayınladığımız bir televizyon yayına denk gelecek ve ilk defa insanlık hakkında şu şekilde bilgi sahibi olacak kim bilir?
Dünya Dışı Zeka Arama Çalışmaları
İşin şakası bir yana evrenin her yerinde fizik yasalarının aynı olduğuna inanıyorsak, uzaylıların da gelişimlerinin bir evresinde bu iletişim biçimini kullanmasını bekleriz. Ve eğer kullanıyorlarsa bu elektromanyetik dalgaların bir kısmının ışık hızında uzaya yayılması gerekir.
Frank Drake
20.yüzyılın gökbilimcilerinin, uzaydan gelebilecek sinyalleri dinlemeyi ciddi anlamda düşünmeleri çok sürmedi. Ve Dünya dışı zekâ aramaları tek bir adamla başladı.

Bu adam Batı Virginia’da Green Bank’teki Ulusal Radyo Gökbilim Gözlemevi’de çalışan gökbilimci Frank Drake. Drake, 1960’ta radyo dalgası frekanslarındaki elektromanyetik sinyalleri dinleyerek uzak yıldız sistemlerindeki yaşam belirtilerini aramak için bir deney hazırladı. Radyo teleskobunu yakınlardaki iki Güneş benzeri yıldıza Tau Ceti ve Epsilon Eridani’ye yöneltti. Sırasıyla 12 ve 10 ışık yılı uzaktaki bu iki yıldız, yaşanabilir gezegenler barındırmak için mantıklı seçenekler gibi duruyorlardı.
Drake çanağını belirli özel bir frekanstaki radyo sinyallerini alabilecek şekilde ayarladı. Bu frekans, kendisini duyurmak isteyecek bir uygarlık için en uygun seçim olsa gerekti. Verileri kaydedip, acaba arka plan hışırtısının üstüne eklenmiş bir sinyal var mı diye dikkatlice kontrol etti. Aylar boyunca ara ara kaydedilmiş saatlerce süren kayıtları inceledikten sonra…
Hiçbir ilginç sinyal bulamadı.
Gerçi bir tane bulmuştu ama onun da yüksekten uçan bir uçaktan geldiği anlaşıldı. Fakat Drake’in umudu kırılmadı.
Drake Formülü
Drake bu işin bir piyango bileti almaktan pek farkı olmadığının bilincindeydi; bir şey bulabilmek için inanılmaz şanslı olması gerektiğini biliyordu. Hevesinde bir azalma olmaksızın, bir sonraki yıl ilk SETI (Dünya Dışı Zekâ Araştırmaları) konferansını düzenledi. O dönemde konuyla ilgilendiğini bildiği diğer on iki bilim insanının hepsini çağırdı.
Daha sonra galaksimizdeki radyo sinyalleri Dünya’dan saptanabilecek olan uygarlık sayısını (N) hesaplamaya yönelik matematiksel bir formül geliştirdi. Bu sayıya ulaşmak için yedi sayıyı birbiriyle çarpıyordu. Günümüzde onun adıyla anılan formül şöyle:

Drake bu formül ile yaptığı ilk hesaplamasında şöyle bir sonuca ulaştı.
- İlk değer her yıl galakside oluşan yeni yıldız sayısını gösteriyor. Drake bu sayıyı yılda 10 olarak varsaydı.
- İkincisi gezegen sistemi olan yıldızların oranı; buna da 0.5 dedi.
- Üçüncüsü yıldız sistemi başına yaşam için uygun ortamı olan gezegen sayısı; buna 2 değerini verdi.
- Dördüncüsü yaşamın ortaya çıktığı gezegenlerin oranı; bu da 1 olabilirdi.
- Beşincisi zeki yaşamın ortaya çıktığı gezegenlerin oranı; 0.5.
- Altıncısı uzaya varlıklarına dair işaret yayacak bir teknoloji geliştirenlerin oranı; 1.
- Yedincisi bu tür uygarlıkların uzaya saptanabilir sinyal yaydıkları süre; 10.000 yıl.
İşte Frank Drake bu yedi sayının çarpımından N=50.000 sayısına ulaştı.
İnanılmazdı! Bu çok büyük bir sayıydı!
Yani sadece bizim galaksimizde bile radyo sinyalleri dünyadan saptanabilecek olan 50 bin akıllı uygarlık olabilirdi.
Drake’in Hesaplaması Güvenilir mi?
Peki Drake’in bu hesaplaması ne kadar güvenilirdi. Pek güvenilir olduğu söylenemez.
Peki neden?
Bütün bilmemiz gereken bu yedi sayı olsaydı bile, atanan değerler kaba tahminlerden başka bir şey değil.
İlk üç sayı tamam. Günümüz gökbilimindeki ve teleskop teknolojisindeki ilerlemeler sayesinde onları net olarak saptayabiliyoruz. Fakat zeki, haberleşebilen yaşam biçimlerinin ortaya çıkma olasılıklarına ilişkin sonraki üç sayı; 0 yani imkânsız, 1 yani kesin arasında her şey olabilir. Ve Drake’in seçtiği değerler fazla iyimser.
Dünya Çapında Uzay Sinyali Avı
Fakat sayısal değerler işin sonraki tarafı. Drake denkleminin yaptığı şey galaksideki uzaylı uygarlıkların sayısı hakkında tahmin yürütmekten çok daha önemli bir hâl aldı. Günümüzde de devam eden dünya çapında uzay sinyali avını başlattı.
Marslıları Aramak
Zeki uzaylılardan gelebilecek olası radyo sinyalleri için ilk ciddi araştırma 1924’te Amerika’da yapılan kısa soluklu bir projeydi. O zamanlar hâlâ Dünya dışı uygarlık için en olası gezegenin komşumuz Mars olduğu düşünülüyordu. Ayrıca Marslılar bizimle iletişime geçecekse, iki gezegenin birbirine en yakın olduğu karşı konum durumunda bunu yapmalıydılar.
Böylece Washington’daki Amerikan Donanma Gözlemevi’nde bir radyo alıcısı uçakla 3000 metre yüksekliğe çıkarıldı; komşuyu dinlemeye başladı. Bir şey duymak istiyorduk. Bir iz, bir işaret, bir sinyal.
Ama ne duyduk biliyor musunuz?
Saat başı sessizlik çağrısına uymayan özel radyo istasyonlarının yayınlarını.
Güneş Sistemi Dışındaki Çalışmalar
Sonra yıl 1960’a geldiğinde o az önce bahsettiğim Frank Drake’in teleskobunu çevirdiği biri 12 diğeri 10 ışık yılı uzaklıktaki yıldızlara geldi sıra. Yani komşuda bir şey bulamadık kalktık taa Mars’tan 2 milyon kat daha uzakta bulunan gezegenlere çevirdik kulağımızı.
Takdir edersiniz ki yine bir şey bulamadık.
Sonra tabi yıllar geçti teknoloji daha da ilerledi. Dünya’ya 200 ışık yılına kadar uzakta bulunan 800 Güneş benzeri yıldızı da dinledik. Her biri metrelerce genişlikte çapa sahip yüzlerce teleskobu da uzaya çevirdik. Daha neler yapmadık. Netice de bugüne kadar hiçbir şey bulamadık. Yani şu haberlere pek kulak asmayın.
Fakat sanmayın ki pes ettik. Parti daha yeni başlıyor. Şimdi önümüzde çok daha büyük projeler var ve dünya dışı yaşamı bulmamız belki de an meselesi. Bugüne kadar tüm elektromanyetik spekturumun belirli bir frekans aralığındaki, yalnızca birkaç bin yıldıza dikkatlice baktık. Ama ATA (Allen Telescope Array) gibi büyük projeler 350 radyo çanağı ile birlikte 1000 ışık yılı uzaklığa kadar olan 1 milyon yıldızı tarayacak. Daha işimiz çok.

Sonuç:
ATA 1 milyon yıldızı tarasa bile gözlemlenebilir evrende bugünkü yeni tahminlere göre sadece galaksilerin sayısı bile 2 trilyona yaklaşıyor. Varın siz düşünün kaç tane yıldız var. Dünya dışı bir akıllı yaşam bulmak bizim için gerçekten de hayatımız boyunca tek bir sefer aldığımız piyango biletine ikramiye isabet etmesi kadar düşük bir ihtimal.
Boşuna uğraşmış olma ihtimaline rağmen neden araştırmayı sürdürüyoruz? Onları bulsak bu bizim ne işimize yarayacak?
Aslında bizim amacımız dünya dışı bir dost ya da düşman kazanmak değil. Amacımız var olmanın en temel sorularına yanıtlar bulmak.
Canlılık nedir? Nasıl başladı? Biyolojik yaşam sadece Dünya’ya özgü bir şey mi? İnsan olmak ne demek? Neden buradayız? Evrendeki yerimiz ne?
Bunlar gerçekten de zor sorular. Her ne olursa olsun bazılarının yanıtlarını asla bulamayacak olsak bile aramaya değer. Belki de bazı cevapları bulmaya çok yakınız.
Peki siz onlarla tanışmaya hazır mısınız?
Kaynaklar ve İleri Okuma:
*Paradoks – JIM AL-KHALILI
https://www.seti.org/drake-equation-index
https://arxiv.org/abs/0805.2429
https://tr.wikipedia.org/wiki/Fermi_paradoksu#cite_note-47